Genel

İslamist İnanmanın Fantezisi TABU-2–Hasan HARMANCI

İslamist İnanmanın Fantezisi
Tabu-2
18+
Hasan Harmancı

Müslümanların Alevileri kendilerine göre tanımlayıp, tanıtmaları Alevilerin ve Aleviliğin anlaşılmasında büyük bir boşluk oluşturuyor.

Müslümanlara göre Aleviler ruhani ve itikat olarak daha geride oldukları ya da eksik oldukları düşüncesi hakimdir. Bu nedenle de Alevilere yönelik alçaltıcı söylem ve tutumdan kaçınılmıyordu.

Alevi toplumunun müstehcen bir topluluk olduğu yönündeki görüşleri de bu alçaltıcı bakış açılarıyla ilişkiliydi.

İlk görünüşte bu yerel bir önyargı gibi görünse de değildi. Çünkü Müslüman toplum algısında modern zamanlar hariç buna karşı çıkışa dair bir belge ya da görüş bulunmuyor. Hatta modern yerel söylemde bu müstehcenlik hali hazırda hakim görüştür.

Alevi toplumu Osmanlı’nın baskın gücüne karşın zayıflık gösteren bir topluluk olmamıştır. Her zaman güçlü bir karşı duruşu örgütlenmeyi başarmıştır. Üstelik bu karşı duruşu sadece Aleviler üzerinden gerçekleştirmiyorlardı. Asıl büyük direnişlerini de bu durumda yaratıyorlardı. Osmanlı’nın baskı kurduğu, zorladığı aşiretleri ve tımar sahiplerini de etkileyebiliyorlardı.

Osmanlı’nın cezalandırıcı ve baskıcı yapısı ile bu Müslüman ahalinin görüşleri birleştiğinde baskı ve ceza Aleviler için sürekli bir hal alıyordu.

Düşünsenize bir Müslüman için dinin haram ve günah olan şeyleri onlara göre Aleviler arasında yaygındı. Bu da sürekli olarak bir aşağılama, cezalandırma olarak toplumun her kademesinde yansımasını buluyordu.

Alevilerin günah ve suçlarının kökeni normal zamanda da yıkanmadıkları ve bunun da inançları gereği olduğu ile açıklanıyordu.

Üstelik bu görüş Alevi topluluklarla yakın ilişki ve komşuluk içinde bulunanlarda da hakimdi.

Alevilerin normal seks hayatlarında yıkanmayan topluluk olarak tescillenmeleri yanında bir de Cem için kadın-erkek bir araya gelip de karışık ibadetlerinin bir bölümünde dans ve toplu seks yaptıkları, bu toplu sekste ensestin de yaygın olduğu gibi bir düşüncenin içinde bulunan Müslümanın gözünde Alevinin sosyal ve inançsal varlığı nasıldır?

Bu görüşün oluşmasında İslamın kesin yasakları arasında bulunan ve ikna edemedikleri Alevilerin günlük hayatlarında değer olarak yer alıyordu. Alevi özel gün ve törenlerinde kadın-erkek bir araya gelmeleri, konuşmaları, dans etmeleri İslam şeriatına göre zinaya, öldürülmeye ve günaha davet bir davranıştır.

Alay, tepki ve aşağılamaya neden olan bu durum Osmanlıda destek gördü ve Cumhuriyet boyunca ise yasaklanmadı.

Bu yönlü söylem, fetva ve modern zamanlarda ise yayınların engellenmesi söz konusu edilmiyordu.
Bunun bir cezai karşılığı olmadığı gibi katliam ve bireysel öldürmelere, cezalara fırsat oluşturuyordu.
Yüzyılın başından başlanarak ise Alevilere etnik köken aranması, onların Türklüğü, Kürtlüğü gibi yeni yönlendirme politikaları güçlendirildi.

Aleviler kimliği üzerinden akademik çekişme hali hazırda yürütülmeye devam ediyor. Devlet Alevi toplumunun yönlendirilmesi için siyaseten ve dinen çalışmalara onay veriyor.

Bu etnisite sorunu Alevi toplumunu içeriden de dışarıdan da sömürülmeye açık tutuyor.

İlginç olan Alevilere yönelik tabular da siyasi çekişmeler de aynı anda gerçekleştirilebiliyor.

Belirtilen klişe söylemlere ek olarak Alevilerin ürettiği tarımsal ve hayvansal ürünlerin piyasaya sürülmesinde sorun çıkmazken, kestikleri hayvan ve hazırladıkları yemek ve içeceklerin helal olamayacağı gerekçesiyle dokunulmaz sayılıyor.

Bu da kirli bulmanın ve aşağılamanın bir başka boyutudur. Bu insan hakları açısından suç olmakla birlikte her an yaşanılan bir hak ihlalidir.

Hala Aleviler için değerli ve övünç duyulan kadın-erkek ibadet ve inanca bağlı dansın ibadet yerinde yürütülmesi Müslümanlarca sorun görülmekte, yiyeceklerine el sürülmesi ise Müslüman bağnazlığa bağlı olarak haram görülmektedir.

#Alevi#alevi#Kızılbaş#kızılbaş#Asimilasyon#Bektaşilik#AABF#BDAJ#AKM#Alevi Kültür Merkezi#Alevilerin Sesi#Hacı Bektaş Veli#Pir Sultan Abdal#Kaygusuz Abdal#Yunus Emre#Alevi Enstitüsü#Dede#Kadın#kadın mücadelesi#Hasan Harmancı#Alevilere saldırı#Bağnazlık#

Alevilikte İçevlilik ve Dışevlilik Kurallarındaki Değişim TABU-1–Hasan HARMANCI

Alevilikte İçevlilik ve Dışevlilik Kurallarındaki Değişim
Tabu-1
Hasan Harmancı

Bir dönemin katı içevlilik sistemi Alevi toplumunun ayakta kalması ve kendini koruması için kuraldı.
Bu evlilik kuralı aynı zamanda kastlar arasında statü farklılığı yaratıyordu. İnanç hizmetini yürüyen Pirlerin taliplerle evlenmesi statü farklılığı ve soy saflığı nedeniyle yasaktı.
Alevilikte etnik saflık gibi bir amaç taşınmamakla birlikte bu kural Alevi olmayan herkese gibi kastlar arasında da uygulanırdı.

Yabancılara kaçan kadınlar toplum dışı ediliyordu. Bu kural yabancı ile evlenen erkeğe uygulanan bir kural değildir. Buradaki ayrımcılığın kökeninde kadının yaptığı dışevlilikle başka topluluk içinde yaşayacağı ve soya yabancılık, kirlenme katılacağı varsayımına dayanıyordu.

Kadının bu kural ihlali Alevi toplumuna dahil olma hakkından feragat etmek anlamına gelmekteydi. Kadına dışevlilikten ayrılma durumunda dahi geri dönme hakkı tanınmıyordu.

Bu tür yabancı tanımına uygunsuz evlilik özellikle Müslümanlarla gerçekleştiğinde daha büyük sorun oluşturuyordu. Müslümanlarla evlilik kirlenme sayılıyordu.

Aleviliğin inançsal yönlerinin yabancılara anlatılmasının önüne geçmek ve dinsel baskıların azaltılmasını sağlamak sorunu bu yönlü evlilik gerekçesinin nedeni olarak görülüyordu.

Seküleşleşmeyle birlikte bu kurallarda yumuşama baş gösterdi.
Çokeşliliğin hala kabul görmediği Alevi toplumunda pir-talip evliliği ve tüm toplum kesimlerinde karşılıklı ayrılma ya da boşanma da artık çok yadırganıp sorgulanmıyor ve doğal karşılanıyor.

Bazı bölgelerde ya da ocaklarda Pir ya da Talibin yabancı ile evliliği ara ara sorunlar yaratabiliyor ve düşkünlük yasası işletiliyor. Ayrıca boşanmalarda ikrar alma ve hizmet yürütme durumlarında da az da olsa tartışmaya neden oluyor.

Alevi toplumunun idealize ettiği toplumsal yapıdaki değişim kentleşme, yabancılarla bir arada yaşamak, toplumsal uyumluluğun yürütülme kurallarının büyük ölçüde gevşemesi ve yumuşamasından kaynaklanıyor.

Topluluk kurallarının yürütülmesi için yabancılarla kirvelik ilişkisinin geliştirilmesi de önemseniyordu. Kirve aileleri ile yedi kuşak boyunca evliliğin yasaklanması koruyucu bir kalkan görevi görüyordu.

Toplumsal saflığı koruma, kastlar arası ilişki ve evlilik kuralları bir toplumsal aygıt olarak işliyordu.

Bu yapıların sessizce değişmesi Alevi toplumunun kirlenme anlayışının değişmesi ve sosyal yapının tutucu yanlarının yeni yaşam biçimine pragmatik uyumuyla sonuçlandı.

Öte yandan toplumu kontrol edebilecek mekanizmalarda kayıplar, evrensel hukuk ve insan haklarındaki değişim, üst kastların iktidarsızlığı ve bu kast kararlarına güvensizlik de bu uzaklaşmada önemli rol oynamaktadır.

#Alevi#alevi#Kızılbaş#kızılbaş#Asimilasyon#Bektaşilik#AABF#BDAJ#AKM#Alevi Kültür Merkezi#Alevilerin Sesi#Hacı Bektaş Veli#Pir Sultan Abdal#Kaygusuz Abdal#Yunus Emre#Alevi Enstitüsü#Dede#Kadın#kadın mücadelesi#Hasan Harmancı#Alevilere saldırı#Bağnazlık#

Devriye ve Zamanda Yolculuk–Esat KORKMAZ

Alevilik, bir eylem kültürüdür-deneyim kültürüdür, konuşma kültürü değil; eylemini-deneyimini, devriye tasarımına bağlar: Bağlar bağlamaz hava, su, toprak ve ateşin bilincini sırtlar, geçmişe ve geleceğe yolculuğa çıkar ve şimdiyi, anılara ve sırra gebe bırakır.

Artık doğumunu beklemek hakkıdır: Doğum gerçekleştiğinde, sonuç görünüşe taşınmış olur; bu nedenle Alevilik aynı zamanda, bir sonuç kültürüdür; eylemini-deneyimini sonuca taşımak için didinir durur.
Devriye, düşünen yoldur; Yol’un felsefesi, öğretisi ve inancı, düşünen yolda öğrenilir: Yola ölü girilir, diri çıkılır; giremeyenler, dolaşan ölüdür.

Devriyeye katılan Yol eri, kendisi aracılığıyla kendisine söz geçirme olanağını elde eder; Yol’un felsefesini, öğretisini ve inancını, geçmişe ve geleceğe salar; insanı zâhirden bâtına, bâtından zâhire gezdirir; bu geziyle nesnel, yani bilimsel bir sonuç üretir.

Zaman yolcusu, devriyeye adımını atar atmaz hava, su, toprak ve ateşle buluşur ve -Hoşça kal burası! der. Yolculuk sırasında güncellediği her anı, her yaşanmışlık, ona kendini anlatır: O hem dinleyen hem de anlatandır. Devriye yolculuğunu deneyimlemek istediğimizde, hayret bizi uyandırır; bir anda büyülü dünyanın büyülü çocuğu olup çıkarız. Artık sonucu gösteren bedensel bir tiyatronun, çocuk oyuncusuyuzdur.

Bilgi deneyimin kendisi; yaşam, yaşam deneyimlerinin toplamı ise eğer yaşam, geriye dönülerek anlaşılır, ileriye yürünerek yaşanır. Şimdimize dokunmayan, şimdimizde yakamıza yapışmayan bir geçmiş ile boğazımızı sıkmaya hazırlanan bir gelecek arasında sıkışıp kalmışız: Tecridi kırmak için, şimdiyi içmek gerekir ki hem geçmişe hem de geleceğe yolculuk edebilelim.

Devriye yolculuğu, Aleviliğin en önemli tasarımıdır ama gel gör ki bu tasarım, yalnızca geçmişe yolculuğun bir biçimine indirgenmiş durumdadır, gelecek ise yoktur.

Ama biz biliyoruz ki Yol, felsefe-öğreti ve inançtır; üçlükte teklik, teklikte üçlük gereği, bu üçleme, birbirinden koparılamaz; erkân ise bu üçlemenin uygulamasıdır ve bu uygulamaya devriyeyle ulaşılır. Devriye işlevli duruma geldiğinde Alevi felsefesi yaşam bulacaktır.

#Alevi#alevi#Kızılbaş#kızılbaş#Asimilasyon#Bektaşilik#AABF#BDAJ#AKM#Alevi Kültür Merkezi#Alevilerin Sesi#Hacı Bektaş Veli#Pir Sultan Abdal#Kaygusuz Abdal#Yunus Emre#Alevi Enstitüsü#devriye#Nevruz#

Alevi İnancının Devriye Aşığı Aşık Veysel–Esat KORKMAZ


İlk şiirlerinde Veysel’i düşünce olarak coşkulu, ozan olarak henüz yetersiz buluruz. Aslında bu tür şiirlerinin daha sonrakilerinde bile, bir ozandan çok bir toplum eğitmeni Veysel’i görmekteyiz. Bu çalışmalarında Veysel, Cumhuriyetin korunmasına ve ulus bütünlüğüne yardımcı olarak şiiri bir araç gibi görür. Davranışlarında da böyledir; düşünce olarak tertemiz bir adamın eylemlerinde de namuslu, çalışkan olduğu ve özellikle doğru tanılara başvurduğu da gözlenir. Kızılırmak üzerindeki Kaplan Deresi Köprüsünü köy köy dolaşıp para toplayarak yaptırması ondaki bu sorumluluğun bir göstergesidir. Eğitici ve öğretici şiirler aslında öbür ozanlarımızda da çoğu kez kurudur. Uyakların zenginliği, sözcüklerin özenli seçilişi, hep ikinci plana atılmıştır. Demek ki bu kuruluk salt Veysel’e özgü değil…

Kimi halkbilim çalışanları, kimi eleştirmenler, Veysel’i boş, ününe layık olmayan, şişirilmiş bir balon, rahatına düşkün vb. gibi sıfatlarla tanımlar. İki örnekle açıklamaya çalışalım: Cahit Öztelli, Veysel için; “…Sanat yanı oldukça zayıftır Veysel’in. Şiirin yapısına, sesine, zevkine kulak yolu ile yaklaşabilen Veysel, gerçekten kurudur, içtenlikten yoksundur. Benzetmeleri sarıcı yeni buluşlar değildir. O, kulaktan ne kapabilmişse onunla kalmış, kimi konuları da aydın dostların tavsiyesi ile ele almıştır.”

Öztelli, Veysel’i bu tür eleştiri oklarına tutarken yalnız değildir: Ozan olsun, olmasın kimi edebiyat erleri de Veysel’i böyle değerlendirmektedir. Söz gelimi büyük romancımız ve toplum önderimiz Yaşar Kemal de Veysel’i, baş kaldırmayan, kabulcü kişi olarak görür. Veysel’i “sonsuz bir şiir bilgisi olan, kendisinden önceki ustaları derinlemesine bilen, birçok bilinmeyen Karacaoğlan şiirini ezberden okuyan, ama tüm bunlara karşın başkaldırmayan” kişi olarak tanıtmaktadır.

Veysel gerçekten böyle midir? Cumhuriyet’in memuru olarak, toplum eğitmeni rolüne soyunduğunda, evet böyledir; içerik olarak kurudur, öğüt vermekle yetinen ya da aferinleme tarzı söz söyleyen biridir. Ama âşık geleneğinin sürdürümcüsü Veysel, bir başkadır: Coşkuludur, şiirleri içerik olarak bâtınî doyuma ulaştırır insanı, bağlamasının tınısı, gönül telini titretir.

39 yaşında ilk şiirlerini söyleyen Veysel, o güne değin yazmasa bile düşünmüştür. Gerek Alevi törenlerinde söylenen deyişlerdeki incelik, gerekse Veysel’in çok sevdiği bağlama düzeninin duygusallığı onu ince, sevecen bir ruha götürür. Bu nedenle Veysel, bu tür sevda deyişlerinde oldukça başarılıdır.

Bir seher vaktinde gençlik çağında,
Hayali kalbime geldi gizlendi.
Boğnum iğri, seme serhoş gezerken,
Aklımı başımdan alıp gizlendi.

Hayal midir, rüya mıdır, ben şaştım,
Çok aradım, köşe köşe dolaştım.
Sevda derler bir sahile ulaştım,
Aşkın deryasına daldı, gizlendi.

Böylece kendisine sürekli naz eden bir sevgiliyi tanımlayan Veysel, duygusaldır ama gerçekçidir de. Bu işin olmayacağını hemen kestirir;

Hayal bana yakın, yar bana uzak,
Sevdası başıma dolanır, gitmez.
Aşkına düşeli yar bana uzak,
Yüz bin öğüt versem, biri kâr etmez.

Veysel’in tarihlerde kalmış ulu ustalarından alıp getirdiği bir manzara vardır; onlar sevgililerini bir yaratılmışa, kendilerini de o varlıkla ilgili bir başka nesneye benzetirler: Veysel, bu benzerlikleri sevgilisine şöyle eklemektedir;

Her sabah, her sabah suya giderken,
Yar yolunda toprak olsam, toz olsam.
Bakıp dört köşeyi seyran ederken,
Kara kaş altında elâ göz olsam.

Üğrünü üğrünü giderken yola,
Nice dilsizleri getirir dile.
Gövel ördek gibi inerken göle
Ya bir şahin olsam ya bir baz olsam.

Sevda şiirleri böylece bütün alımlı yönleriyle uzar gider. Ama bize kalırsa Veysel’de en olgun dizeler, insanı ve insanla ilgili öğeleri konu alan dizeleridir. Bu deyişlerde Veysel, insanın kaynağından çıkıp bir gövdede canlandıktan sonra, bu gövde veya gövdelerdeki süre içinde ne tür evrelerden geçeceğini ve bu yolun sonunda gene kaynağına döneceğini anlatır. Bir başka tanımla, karşımıza Alevi tasavvufunun devriye ozanı Veysel çıkar.

Bağlandığı inancın ıssız bir Anadolu/Alevi köyünde kendisine aşıladığı bu duygular Veysel’de gönül gözü ile geliştirilmiş, Veysel, Aleviliğin sır dediği bu gizi gönlünde çözmüştür. Yaratanın büyük bir hazine olduğunu, kendisinin bilinmesi için yarattığını anlamıştır. O büyük hazinenin bilinmesi için yarattıklarını da kendinden bir parça olarak ve kendi biçiminde yaratacağını, biliyor Veysel. Kendince, doğallıkla şöyle düşünmektedir; Öyle ise her şey O’ndan bir parçadır. Ben, o varlığın bir parçasıyım. Dolayısıyla O’yum. Ben O’ndansam, komşum da O’ndandır. Kapıdaki sütçü, çiçek satan minik kız, gazeteci çocuk, inşaattaki işçi de O’ndandır. Onları inciten göklerdeki ulu gücü de incitir. Dolayısıyla şimdilik Veysel suretinde görünen ulu varlığı da incitir. Bu düşüncelerin ıssı olan Veysel, bu alanda bir Nesimi, bir Hallaç, bir Şibli, bir Muhiddin Arabî değil. Onların doğrudan söylediği Ene’l Hak sözü, Veysel’de doğrudan doğruya yok. Belki de Veysel’e göre bu doğruyu söylemek bir sakıncadır.

Ancak, barışı ve ilerlemeyi sağladığı için Veysel, insan kutsallığına doya doya sarılıyor. Anlatırken de süzülüp geldiği Alevi inancının devriye türüne sığınıp anlatıyor;

Göklerden süzüldüm, tertemiz indim,
Yere indim, yerli renge boyandım.
Boz bulanık bir sel oldum, yürüdüm,
Çeşit çeşit türlü renge boyandım.

Yüzlerimi yere vurdum, süründüm,
Çok dolandım, ırmak oldum göründüm.
Eleklerden geçtim, yundum arındım,
Kâmilane karlı renge boyandım.

Türlü türlü renklere boyanan ozanımızda bir damla olarak dünyaya geliş, bir ırmak biçimine giriş, türlü donlarda, türlü evrelerden geçiş ve tüm yobazların inadına, evrim kuramını bağıra bağıra söyleyiş. Ulu Veysel, Alevi inancına göre Hakk’a yürüdükten sonra, bedenin yaratıldığı dört öğeden biri olan toprak’a sırlanacak ve kökenine dönecektir.


Derya bende, ben deryada birleştik.
Ayrılmağa imkân yoktur, yerleştik.
Nice boyalardan, renklerden geçtik,
“Veysel neler çekmiş” kim ne bilecek?

Bu alandaki Veysel’i anlatmaya kâğıtlar yetmiyor. O, bu güzellikleri, kendi deyimi ile iki kapılı bir handa bizlere bırakıp gitti. Bize barışı bıraktı, insana saygıyı bıraktı, çalışma aşkını bıraktı. Ve de bir başka gizin çözümünü insanla birlikte aşkın da yaratıldığını bıraktı. Biz bu olguyu anlatan deyişiyle sözümüzü sonluyoruz;

Güzelliğin on par’etmez,
Bu bendeki aşk olmasa.
Eğlenecek yer bulaman,
Gönüldeki köşk olmasa.

#Alevi#alevi#Kızılbaş#kızılbaş#Asimilasyon#Bektaşilik#AABF#BDAJ#AKM#Alevi Kültür Merkezi#Alevilerin Sesi#Hacı Bektaş Veli#Pir Sultan Abdal#Kaygusuz Abdal#Yunus Emre#Alevi Enstitüsü#Dede#Kadın#kadın mücadelesi#Nefesler#Ozanlar#Seyyid Nesimi#Aşık Veysel#

Hey Dedeler Her Sözü Küfür Bilmeyin–Hasan Harmancı

Alevi dedelerinin yanlış örgütlenmelerinden dolayı sınırsız bir despotizm oluşuyor.
Günümüz toplumunun böylesi bir despotizm ile yaşayabileceği sanmak Alevi toplum kurumlarının işlevsizleştirilmesiyle sonuçlanmak üzeredir.

Toplumumuzun normlarını, ilkelerini rızalıkla alınmış kararlara göre yürütmek yerine, kendi düşüncelerine göre hareket edilmesi Yol’a uygun olmadığı gibi toplumsal özgürlüğümüzle de ilişkili değildir.

Alevi kurumsal çıkarlarının savunulması olarak gösterilmeye çalışılan Dedelerin tutum ve yargıları ancak bireysel ya da grupsal çıkarlar olarak sonuçlanmaktadır.

Yaratılmaya çalışılan düşünce “kafesi” Alevi toplumunun günümüz özgürlük anlayışının çok gerisindedir.

Toplumumuzun evrenselleşme çabası sürecinde yaşamaya başladığı iktisadı değişim ve yeni toplumsal yaşayışta sorumluluk gösterip toplumsal işleyişe, katılımcı bir toplumsallık yaratılması çabasına Dedelik kurumunun yeni yapısı/yapıları hesap verebilir olarak katılmak durumundadırlar.

Alevi kast sisteminin hiyerarşik dengeleri yetersizlik içinde yuvarlanmaya başlamıştır.
Bu kast ilişkilerinin yürütülmesi gittikçe çapraşıklaşmaktadır. Alevilik zenginlerin ve güçlülerin oluşturduğu oligarşik bir yapıya sahip olmamakla birlikte bu yönde bir yapılanma ve anlaşılma ile karşı karşıyadır.

Yaşadığımız dağlar bize demokrasiyi, insancıllığı, insan hak ve hukukunu, kurdun-kuşun hakkını öğretti. Şimdi mücadele ettiğimiz gücün kendisi gibi vurdumduymaz olmamız, ona benzememiz düşünülebilir mi.

Hizmet yürütme kastı olmakla, toplum adına söz söylemenin karıştırılması toplumsal özgürlüklere müdahaleye dönüşmektedir. Toplumun beklediği işlev sadece moral, inançsal hizmetler değildir. Alevi yaşam ve inanç alanı hiçbir zaman bu ölçekte daralmamıştır. Hakullah ve sofra gülbangının içeriği de bunu göstermektedir. Öyle olmasaydı dergahlar, tekkeler olmaz, Cemler kurulmazdı. Kapılar gece gündüz açık bırakılmazdı.

Kendi içinde parçalanmış ya da uyumlanma sorunu yaşayan Ocaklı, dergahlı, tekkeli Alevi kast sisteminin yapısı özgürlüklerin gelişimini engellemektedir. Aynı zamanda toplumun iktidarlara karşı güçlü muhalefet etme çabasının da önüne geçmektedir.

Alevilik tanımı, felsefi söylem yetersizliğinin, ritüel ve hizmetlerin yürütülmesinin yapısal koşullanmaya uyumlu, toplumun gelişim ve beklentisiyle denge içinde olması gereklidir.

Bu yeniden yapılanmaya ayak direyen Dedelere karşı toplumumuzda bir güvensizlik ve işlev yetersizliği söz konusudur.

Dedelerin Alevi toplumu ile ilişkilerinde bireysel ve kastsal çıkarları ötesinde bir ilişki ağı içinde olmak durumundadırlar.

Sosyal organizasyonların güçlü, ihtiyaca göre örgütlenmesinde görev almaları sosyal yapımızın gereğidir. Keramet bu toplumsal işlevin canlandırılıp Yol’un inanma biçimini, meclislerini hayata geçirip yürütmektir. Yol’a, yüreğe giden damarlara anjiyo yapar gibi müdahale etme zamanıdır. Toplumun nabzına göre şerbet vermek yerine toplumun nabzını tutacaksınız.

Cem, cenaze, nikah varsa gelirim diyen bir Dedelik kurumu olabilir mi. Örgütlerimizi AŞ’lere değil Aşevine dönüştürme günüdür.
Toplumu harekete geçirmek zamanıdır.

Sol’u Aleviliğe pranga gören çarpık ve Alevi felsefesine yakışmayan bir sürecin yansımalarını Aleviliğe sirayet etmeye çabalayanlarla karşı karşıyayız.
Dedelerimiz böylesi bir taşın atıcısı olmamalılar. Bu darağacındaki Pir Sultan Abdal’a, Hallacı Mansur’a atılan taş kötülüğündeki gülden farklı değildir. Dayanışmak, yoksulun yanında olmak, bunu örgütlemek yâren hukuğunun gereğidir.

Değerli Dedeler, Babalar, Yol ehilleri katranlı odun kazanlarını kaynatma, muhtaca, çaresize el uzatma, elbirliğini örgütleme zamanıdır.

Kimseyi arayıp çare sormayın, aynaya bakıp kendinizi arayın. Kini, kibri, hamaseti bir yana bırakınız. Kimsenin kapınıza gelmesini beklemeyin, kapıları çalın ve vicdanlara ses olun, ışık ve ışk verin.

Bunu söylerken amaç ne iğnelemek ne de küfürdür. Yol çaresize çare, dermansıza derman, imana, vicdana gönülden ferman günüdür.

Değerli Canlar sizler kimi bekliyorsunuz. Örgütlerinizi, Dedeleri, Babaları arayın güç verin, umudu uyandırın. Ne yapabileceğinizin ikrarını veriniz, bildiriniz. Eliniz, ayağınız, diliniz, keseniz mi tutmuyor.

Cem’e getirdiğiniz simgede lokmanın değil hakikatte lokmanın günü değil mi.
Hızır mı beklersiniz, Mehdi mi çağırırsınız kendinizden öte.

Toplumumuzun yaşadığı ekonomik ve sosyal bozukluğun getirdiği gittikçe yoksullaşma sürecine insani destek ve hizmetlerin yürütülmesi üzerinden katılma bunu örgütleyen kurumlarımıza bedenle, ruhla katılma günüdür.

Şimdi koalisyon, koordinasyon ve konfederasyon ve imece günüdür. Gün Hızır’ı uyandırma, çerağı uyarma günüdür. Alevilik bina değildir, binaların kapıları açılmadan da bu hizmetler yürütülebilir.

Cenaze araçları ölüm ve keder taşımasın umut ve uğur taşısın.
İnsanı toprağın altına koymak yerine, elimizi taşın altına koyalım.

Aşk olsun halka hizmeti Hakk’a hizmet bilene.

#Alevi#alevi#Kızılbaş#kızılbaş#Asimilasyon#Bektaşilik#AABF#BDAJ#AKM#Alevi Kültür Merkezi#Alevilerin Sesi#Hacı Bektaş Veli#Pir Sultan Abdal#Kaygusuz Abdal#Yunus Emre#Alevi Enstitüsü#Dede#Kadın#kadın mücadelesi#

Kendi Noksanlığımıza-Eksikliğimize Tanı Koymak–Esat Korkmaz


ALEVİLİKTE KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ KONUSUNDA,
KENDİ NOKSANLIĞIMIZA-EKSİKLİĞİMİZE TANI KOYMAK
Esat Korkmaz

Erkek dişi sorulmaz muhabbetin dilinde
Hakk’ın yarattığı her şey yerli yerinde
Bizim nazarımızda kadın-erkek farkı yok
Noksanlık, eksiklik senin görüşlerinde
Hace Bektaş Veli

Alevilikte, kadın-erkek eşitliği konusunda noksanlığımız-eksikliğimiz var mı? sorusunu yanıtlamaya çalışalım: Yol ritüelleri ölçü alındığında, kadının dişiliği-erkeğin kişiliği ortadan kalkar, herkes candır-insandır-eşittir diyoruz. Yani canın cinsiyetsiz olduğunu belirtmek istiyoruz. Gerçekten can cinsiyetsiz mi? İnsan cinsiyetsiz mi?

İşte sorun burada düğümleniyor sevgili canlar: Binlerce yıl geçmişe tarihlenen ataerkillik, yaşamın her anına o denli yerleşti ki can da insan da birer gizil erkek olup çıktı.

Öyleyse Alevilikte kadının yazgısını algılayabilmek için canın-insanın, yani erkeğin ötesine taşınmak durumundayız. Taşındığımızda, canın-insanın ötesinde karşılaşacağımız ilk mağdur kimliğin kadın olduğunu göreceğiz. Kadının da ötesine taşındığımızda ise mağdur hayvanla, dağla-taşla, yani tüm doğayla burun buruna geleceğiz.

Niçin canın-insanın ötesine taşınamıyoruz? dersek, yanıt açıktır: Çünkü biz Alevi hümanizmini insana-cana indirgeyerek algılıyoruz. İnsancılığı, her şey insan içindir-can içindir/ önemli olan insandır-candır özdeyişlerine bağlıyoruz. Bu, önemli olan erkektir/ her şey erkek içindir demenin bir başka yoludur ne yazık ki. Üstelik bu anlayış, tek-tanrıcı dinlerin Tanrı’sına bağlanır: Tanrı demiyor mu? -Ben her şeyi insan için yarattım ve kendimi insan biçiminde var ettim, diye. Anlayalım artık; buradaki insan da erkektir, çünkü tek-tanrıcı dinler, erkek Tanrı’nın erkek dinidir.

Tam da bu nedenle Alevi Hümanizmi (insancılığı) insan ve insan ötesini/ can ve can ötesini kucaklayan, yani tüm doğayı temel alan bir hümanizmdir. Hümanizm kapsamında insan ve insan-sonrasını tartışıp içselleştirmeden, Alevilikte kadın-erkek eşitliği konusunda kendi noksanlığımıza-eksikliğimize atanı koyamayız.

#Alevi#alevi#Kızılbaş#kızılbaş#Asimilasyon#Bektaşilik#AABF#BDAJ#AKM#Alevi Kültür Merkezi#Alevilerin Sesi#Hacı Bektaş Veli#Pir Sultan Abdal#Kaygusuz Abdal#Yunus Emre#Alevi Enstitüsü#8 Mart#Dünya Kadınlar Günü#Kadın#kadın mücadelesi#

Kadın Nedir — Hasan HARMANCI

Kadın Nedir*

İnsanın biyolojik olarak eşit olmaması insan olarak eşit olmasının önünde engel değildir. Kadın-erkek eşitliğini yaratan bir toplumun erk anlayışı daralmıştır ve toplumsal eşitlik değersel özgürlüğün ana kapısı durumuna gelmiştir. Bu kapıyı aralamayı başarabilecek miyiz.
Önce Tanrı krallar insanları koruması altına alıyordu sonra toplumlar üst insanlar, sıradan insanlar ve köleler olarak sınıflandı. O zamanlar despot Gılgamış zamanlarıyla eştir.

Üst insanların hukuku farklıydı. Hüküm eden efendiydi. Sıradan insan ise yasalara uymak zorundaydı ve onlarda suç eşitliği kısasa kısas hükmüyle işliyordu. Kölelerin hakları hayvan hakları ile eşdeğerdi.
Kadının konumu da bu üçgen içinde işliyordu. Gılgamış’ın iradesi erkeği ayakları altına almak, kadını ise kullanmak üzerinden sürüyordu.

Sonra Gılgamış’ın kibrini, kinini, despotluğunu ve pervasızlığını dengeleyecek Enkidu zuhur oldu.
Denge bir süreliğine kurulabildi. Ancak hiçbir zaman yeterli olmadı.
Aşk Tanrıçası iştar’ın evlilik isteğini o yarı insan yarı Tanrı haliyle reddetti. Derler ki Tufan işte bu yüzden oldu.
Erkek erkekle savaşıyordu. Düzen faydacı erkeklerin dediği biçimde işlemeye devam ettirildi. Güçlünün tarafında olmak Tanrıların sözünden çıkmamaktı. Kadın da erkek de bu düzen için adaklar adadı, çocuklarını kurban olarak sundu.

Şimdi aradığımız toplum dinsel sınıflama ile feodal düzen arasına sıkışmış bir toplum modelinin yarattığı iktidar ağına sahip. Kapitalist toplum da emperyalist toplum da bu düzenlerin devamı olmaktan kopmadı. Feodal toplumu Tanrının hükmünün sürdürücüleri temsil ediyor. Onların gücü de hükmü de insanlığa huzur, adalet ve barış getirmedi. Yani insan hep savaşın çocuğu oldu, Tanrıdan kendine yetecek barış yerine güç ve hırs istedi.

Doğanın bereketini ise aç gözlü iktidarlar insanlığa yar etmedi. Sömürdükçe sömürdü. Kadın da erkek de diğer canlı cansız mallar olarak görüldü.
Şimdi ekonomik yararımız ölçüsünde özgürüz. Kimin kimi nasıl ve neyi üzerinden sömürebileceği hukukun üstünlüğüne bağlandı.

Biz Gılgamış’ın hırsının, pervasızca sömüren varlığının hüküm sürmesinden pek bir öteye geçemedik.
Hali hazırda da kurtulamadık.

İstediğimiz düzen insanın bedenen eşit olması zorunluluğu olmadan öz’de, ruhsal algıda eşit ve bir olmasıdır. Adaletli yaşamak sadece insanın erklerce sömürülmemesi değil, erkeğin de kadının da bunun parçası olmaktan çıkıp hiçbir canlıyı-cansızı sömürmemesidir.
Biliyoruz ki o üstün insan da, sıradan insan da köle insan da bir ve aynı öze ve ruhsal yapıya sahip. Bu kadın ve erkek için de geçerli.
Geleceğin özgürlüğü için şimdi bizi köleleştiren o cinsiyetçi anlayıştan kurtulmalıyız.

Özgürlük ritüelini cinsler arasında farklı tanımlamak hiçbir çözüm getirmez aksine bedelini kanla, terle, tenle ödemeyi devam ettirmenin yeni yolu olur. İnsan doğası bin yıllardır sömürü düzeninden kurtulamadı. Kadın-erkek ayrımsız hasta toplumların devamı olmakla hünerliyiz. Tarihte kadın erkeğin ikizi gibidir.
Bedenleri farklı, ruhları ve amaçları aynıdır. Bu, bu yüzyılda da pek değişmedi.
Bilim bunun gerekçesini şöyle konumlandırdı: Kadın beyni-erkek beyni. Burada eklemek gerek ki bu iki beyin de bir insanın kafasında yer alan iki ayrı yarımküreden başka birşey değildir. Yani bir insanın içinde hem kadın hem de erkek var. Bunun sadece hormonal ölçüleri farklıdır.
Anlıyoruz ki yeni insan toplumsal rol modeller arasına sıkışmazsa ve varlığını özgürleştirirse insana, “can” dediğimiz ruhsal ve bedensel bir arılığa ulaşabilir.

Barış ve sevgi içinde olmak bedeninizin içinde başlıyor. Fazla kadın ya da fazla erkek olmak arasında bir seçimde bulunup özgürlük olmayan “özgürlük” ile yetinirsek bu hayat bize hep “dar” olacak. Hükümranlar ise sömürmeye devam diyecek.
İlk tanrısal hükümdara eşdeğer olan Gılgamış’ın ikizi Enkidu acaba bu beynimizin iki yarısı arasındaki farkındalık savaşımıydı. Ölümsüzlüğü arayan yanımıza, içimizdeki Gılgamış’a sormak gerek.
Gılgamış ölümsüzlük suyunu, Ab-ı hayatı buldu ancak yılana kaptırdı Ab-ı hayatı. Hızır buldu. Her dem insana bunu sunmak da istedi. Ta ki insan kendini yenileyip kendini Hak, Hızır, Kâmil bilincine çıkarıp da “can” olunca içebilsin diye hazır eyledi. Hızır kendine İlyas’ı; denizi yâr saydı.
İnsanı insana, kadını erkeğe, erkeği kadına Hızır kıldı, yâr eyledi.

Ata tohumu başağı arar gibi yeniden insanın saf ve hükümdarsız, hükümransız düzenini kurmak durumundayız. İnsanın alt-bilincinde birikmiş olan bencilliği, güçsüz ve savunmasız olanı köleleştirme, sömürme hakkını, cinsiyetçi bakışını yıkmalıyız. İçimizdeki ikizimizin hırsı, kini, kibri bu sömürü düzeninin, savaşın, dengesizliklerin baş aktörü değil mi?

Parşömen kağıda yazılan ilk yasa kendinden olanı öldürmeyeceksin, ikinci yasa ise kendinden olana (ensest) tecavüz etmeyeceksin. Dijital yasalarla Dijital diktatörlüklere, sanal gerçeklik! ve hormonal besine geçtik. İnsan için olumlu pek bir şeyin değiştiğini söylemek güç…

Geldiğimiz evrensel hukuki toplama bakarsak: bize; -insana, ayrımsız kadın-erkek bize- Kadın Hareketi’nin tarihi, yani mor rengin hukuk savaşına, bu hiçbir zaman sadece kadının bir başına savaşı olmadı. Yoksulluğun, ezilmişliğin, sömürünün karşısında ortaklaşa yürümekle oldu, oluyor.
Şeyh Bedreddin, “Yarin yanağından gayrı herşeyde ortak” dedi ve devam etti; “Kadın, dünyanın ta kendisidir”.
Şimdi gerçek savaş “sürdürülebilir” insanlık için cinsiyetçi ayrımlardan arındırılarak yürütülebilir. İnsan insana Tufan mı yoksa yâr mi ola?
Bozulmamış insani öz’e, Can’a sağlıklı olana kavuşmak dileğiyle.

———
*Kuşandığımız savaş gömleğiyle ölen, öldürülen, göç yoluyla denizleri, tel örgüleri geçen-geçemeyen, kafamızın sınırlarında öldürdüğümüz milyon milyon kadın ve çocuk anısına.

#Alevi#alevi#Kızılbaş#kızılbaş#Asimilasyon#Bektaşilik#AABF#BDAJ#AKM#Alevi Kültür Merkezi#Alevilerin Sesi#Hacı Bektaş Veli#Pir Sultan Abdal#Kaygusuz Abdal#Yunus Emre#Alevi Enstitüsü#8 Mart#Dünya Kadınlar Günü#Kadın#kadın mücadelesi#

HIZIR: Alevi Ekonomi Politiği


Hasan Harmancı

Alevinin hukuğu ahlakıdır. Bundan vazgeçtikleri andan, aleviliğin dönüşeceği şeyi tahmin etmek güçtür. Ahlak erkanlar üzerinden kurulabilir. Erkanların kurulabilmesi için bir toplumsal dönüşüm ihtiyacı vardır. Alevi mitolojisi, Alevi düşüncesine kaynaklık eder. Simgeler mitolojiler üzerinden saklanmıştır. Bunun canlandırılması ve güncellenmesi Alevilik için elzemdir. Yine Alevi rızalığı da ahlak ve buna bağlı olarak hukuk ile ilişkilidir.

Erkanların deforme olduğu bir dönemden geçmekteyiz. Yolu yürütme çabasında olan dedeler “dar” görmeden cem yürütme çabasındadırlar. Bu kuralsız, edeb-erkansız “Yol” yürütmektir. Dardan geçmeyenin söz söyleme, erkan kurma hakkı nasıl olabilir? Yol bir anlamda divansız yürütülmektedir. Divanın olmadığı yerde Alevi rızalığı da işleyemez. Rızasız yürüyen Alevilik bu nedenle “din”e sığınarak kendisine çözümler üretmeye çalışıyor. Alevi Yolunu bilenler de bu dini gidişe seyirci kalmaktadırlar.

Din Aleviliğin baş belasıdır. İnsanlığın kurtulmaya çalıştığı batağa sürüklenmektir. Dinlerin şeriatıyla savaşan Alevilik, bu şeriatların düşünme biçim ve inanma boyunduruğuna terk edilmek üzeredir.Güruhu Naciye’nin din ile bir ilişkisi yoktur ve üstelik Adem ile Hava mitolojilerine karşı geliştirilmiş bir karşıtlığa sahiptir.

Alevi toplumsallaşması akıl ve sezgiyi ne amaçla kullanıyor? Kime karşı kullanıyor? Alevi gelenekleri dine tabi olacaksa Pir, Mürşit ve talip ilişkisi niye sürdürülüyor? Mürşit ya da Pir olmak yasaya tabi olmak değil, yasa koyabilme, toplumun ihtiyaç duyması durumunda söz söyleyebilmek gücüdür.bu nedenle cemlerde rızalık alınır ve verilir. Alevi hizmetlerini yürütmek ve Alevi ceminde aşk içinde olmak insanı yüceleştirir. Kamillik buradan geçer.

Aleviliğin Gelecek Arayışı
Alevi toplumsallığı Kamil insan ve oradan da devam ederek Kamil toplum yaratmayı amaçlar. Dört Kapı Kırk Makam bu amaçla vardır. Alevi ütopyası kamil insan üzerinden kamil toplum yaratmakla mümkündür. Bu nedenle alevi can her daim kendini darda örür ve toplumsal ve bireysel beklendileri en üst düzeyde yaşar ve savunur. Alevilikte ikrar almış birey dönüşüme aday olmaktan çıkmıştır ve dönüşüm Yol bilgisine göre süreklidir. Kişinin sabit kalması söz konusu değildir. Bu yenileme bir bütün çevrim olarak ele alındığında ise Aleviliğin kendisini yenilemesi ve dönüşüm içinde olması önümüze çıkar. Kendini yenilemeyen bir Alevilik, Alevilik değildir. Aleviliğin felsefesi insanı, doğayı geliştirmeyi ve bunun üzerinden de daha fazla doğaya uyum sağlamayı amaçlar. Alevilik öğretisi felsefe, siyaset, bilim, sosyal ve ekoomik dinamiklere göre yeniden şekillenir. Bu Alevi toplumunun özgürlük amacını da insanlığın gelişimine bakarak yükseltir.

Cemlerin içi boşaldıkça gelinen noktada büyük bir soruna dönüşmüştür. İnsanlarımız cemleri sadece 12 hizmeti göstermek sanıyorlar. Bu işte bir tuhaflık yok mu? Cem diye rızalık alındıktan sonra, hizmetler tek tek yürütülüyor, nefesler okunuyor, semahlar dönülüyor, gülbanklar hizmetlere göre sıralanıyor ve sonra sofra kurulup, adı lokla olan, ancak kendisi lokma olmayan bir kaç yiyecekle cem mühürleniyor.
Bu Alevilik değildir. Yol’un düşürüldüğü sefaletidir. Bu cem açma ve kapatma istisnasız tüm Aleviliğe yayılmış ve Alevilik susturulmuş durumdadır. Erkanları yürütmek tek başına ibadet olabilir mi? Yolun yürütülme felsefesi, toplumun gerçek rızalığı, hukuku, ahlakı, değerleri ve muhabbeti ile mümkündür. Ruhsal yenilenme böyle gerçekleşebilir. Toplumda bu ruhsal yenilenme üzerinden bina edilebilir. Ancak tek yönlü bir ruhsal doyum mümkün değildri. Ruhsal doyum bireyin ihtiyaçlarının karşılanması, yaşadığı toplulukta güven içinde olması, değer verilmesi ve bireyin yaşadığı grubu değerli bulması ve bu değerlilik üzerinden de topluluğa beklentileri karşılanmış olarak katılabilir. Bu katılım ise topluluğa yetmeyen bir yapılanmadır. Çünkü topluluklar ekonomik dayanışma gücü, verimli üretim ve tüketim üzerinden bir arada yaşayabilirler. Bu yaşamın geliştirilebilmesi için ise ahlaki bir devamlılık ve bir arada yaşayabilme hukuku gereklidir. Alevilki bireye de topluluğun birlikteliğine de bir ahlak ve hukuk sunmaktadır.

Günümüz Alevi yaşayışında bu birliktelik sadece ruhsal bir amaç üzerinden sürdürülmeye çalışılmaktadır. Yaşam kurllarının modern toplum olma gerekleri ile bir yana bırakılması alevi bireyin kimliği açısından bunalım yaratmaktadır.

Bu birlikteliğin olmaması, ancak yine de var mış gibi göründüğü bir suskunluk ile toplumun iradi olarak yaşamasını ve cemlerini, erkan ve kurallarını yürütmesi beklenmektedir. Bu durumda bir hile yok mu? Hile ile toplum yönetilebilir mi? Nereye varacak bu Yol’un sonu?

Talipliği kalmamış bir topluma Alevilik dayatılıyor. Şu haliylen “ne olursan ol gel” sistemi işletiliyor. Bu Alevi mekanizması, sistemi değildir. Ahlakı, hukuku işlemeden Alevilik olamaz, oldurulamaz. Bu nedenle boşluk Aleviyi ya Müslüman ya da Hırıstiyan ya da başka dinlere doğru çarpıtıyor. Alevilik karşıtı bir toplumsallaşma hızla yayılıyor. Şuandaki Alevi insanın ruhsal yapısı, Alevilik için büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Aleviliğe eğemen olan dini etkiler, ekonomik zihniyetler Aleviliği dağıtmış ancak, felsefi olarak dönüştürememiştir. Bu da Aleviliği ve Aleviyi süreçte bir nihayete, sona vardıracaktır. Bu suskunluk devam ettikçe Alevi Ortaçağı, karanlığı Alevileri saracaktır. Kendi içindeki tartışmasını gelişmek için değil, bağımlılık için yapan bir düşünce kendisi olmaktan çıkar. Bu başkalık ne yazık ki mezar taşına ağlayan, Dergah, hangah, tekke ve ziyaretgahlarını dini bir olgu olarak görüp “dua” eden, medet uman bir Alevilik oluştirilmaya çalışılmaktadır. Alevilik öğretisi ve ütopyası bir arada düşünüldüğünde bu sahte bir gözyaşı ve insan üretmektir. Alevi Yolunda, düşünme biçiminde bir zihniyet sorunu yaratmaktır. “Akıl süzgecinden geçmeyen hiçbir şeyi yasalaştırmayan” ve doğa yasasına karşı üretilmiş olanı reddeden bir felsefenin karşılaştığı bu kirlilik, Aleviliği uzun erimli bir geleceğe taşıyamaz.

Hey Erenler
Kendini görmeyen birey, özünü bilmeyen can Alevi olabilir mi? Talip, taliple müsahip olduğu kadar, talip, mürşidiyle de müsahiptir. Dedeler şimdi talibin durumunu, sosyal yapısını, değerlerini bilemez durumdadır. Bunu bilmiyorlarsa talip dedesine, Dede talibine nasıl “ey erenler” diyecek. Nasıl insanlar birbirine “can” diyecek? Kim kime “can”dır? Sahte birlikten, dirlik çıkmaz. Sahte cem ya da dirlik ise Alevilikle ilişkili değildir. Herşey ikrarsız yürürken, Yol nereye varabilir? Rızalık hakiki bir doğruluk üzerinedir. Ocaklar varlıklarını, amaçlarını yetirip sadece isim olarak senlik benlik amacıyla cem, erkan Yol sürdürecek bir kurumsallığı kaldıramaz. El ele el Hakk’a sistematiğini canlandırmak durumundadır. Ocakların cevheri, Nur’u rızalıkların bir bütün olması ile mümkündür. Rızalıklar ise Yol’un bütünlüğü ile ilişkilidir. Ocaklıolmak rızalığı tek başına kurmaya yetmez. Yol ne ile sürülüyor? Çerağ neden uyandırılıyor? Hizmetlerin amacı nedir? Hizmetlerin bütünlüğünü sürdüren, mürşit, pir rehber gücünü nereden alıyor. Pür-ü pak olmak “bir kör oyunu” mu? Rıza şehri bu durumda nasıl mümkün olacak? Müsahiplik canlanmadan Alevi ahlakı ve kapıları işlevselleşebilir mi? Nurlaşma olmadan Alevilik olabilir mi? Hakk’a niçin yürünüyor? İnsan evrenin özü değil mi? Bu nedenle önce bir bütün olarak değerlerimizin erkan ve Yol üzerinden çözülüşünün önüne geçmek durumundayız. Aleviliğin toplumsal bir düşünce olarak kendisini sürdürebilmesi, bireylerinin gerçek değerler üzerinden yaşayabilmesi ile mümkündür.

Sorgulamadan Yol’a ikrar vermiş ancak Yol’un işleyiş bütünlüğünü umursamayan ya da bütünlüğü göremeyen birey ancak Yol’u kendi ömrü kadar sürdürebilir. Bu alevilik değildri. Alevilikte ikrar bir bütün olarak toplumsal düşünme ve rızalıklar bütünüdür. Sadece kendi dedesine ikrar alan ya da sadece kendi talibi ile var olmaya çalışan bir el ele verme Yol’u kısırlaştırmadır. Yol aslına rücu etmelidir. Bu amaçla bu karmaşık ve kaotik günlere Yol için mücadele eden herkes talip ya da dede diye ayrım içinde olmadan üst makamına, üst kapısına taşınmalıdır. Rızalıklar bir bütün olarak tamamlanmalıdır. Cemlerimiz ancak bunun üzerie bina edildiğinde geleceğe taşınabilir. Hızır ancak bu güvenli ortamda topluluğu mutlu ve huzurlu edecek ele dönüşür.

Hızır: Yaren ve Yarın

Din dediğimiz şey dünyaya egemen olmak isteyendir. Alevilik ise dinlerin bu egemenliğine karşı olan düşünceler üretir. Aleviliğe göre hakimiyet olan yerde özgürlükten bahsedilemez. Alevilik yayılmacı ya da dönüştürücü değildir. Baskı ve korku araçları kullanmaz. Sempati ve aşk üzerine kurulur. Kendi nefsi ile mücadele eden ve kişisel ihtiyaçları ile toplumsal ihtiyaçları dengeleyen kişi özgür kişidir. Özgürlük bir düşünce değil eylemlilik halidir. Aleviliğe göre erdemli olmak, insana ve doğaya empati yapmak özgürlüğün temelidir. Cem ise rıza şehrinin en önemli unsurudur. Aynasıdır. Cemde ne yapıyorsan bir gün Rıza Şehri’nde de onu yapacağız. Cem, Rıza Şehri’nin mikro halidir. Cemlerin aslıyla yerine getirilmesi kurumsallaşmamızı yükseltecektir.

Rıza Şehri’nin, onun içinde de Rıza toplumunun yaratılabilmesi için Hızır’ın güncellenmesi gereklidir. Hızır anlaşılmadan Alevi yaşam biçiminin önemli unsuru olan rızk anlaşılamaz. Rızk, modern dilde ekonomi politiktir. Aleviliğin ekonomi politiği Hızır düşüncesi üzerine kuruludur. Hızır düşüncesi, Alevice yaşamın paylaşılması için, insanlaşma aşaması olarak gerekli olan rızalık ve rızkı bir arada
bulunduran değerdir.

Hızır günlerinden başlayarak doğa hava, su ve toprak olarak uyanır, ateşlenir. Bu cemrelerle devam eder. Son olarak da Nevroz’da ateş olup yaşamı canlandırır, bereketlendirir. Bu nedenle yaşamın dört elementi bir araya geldiğinde hayat oluşur. Bu hayat dediğimiz şey Hızır’dır. Hızır, Alevi rızkına, ekonomisine göre yaşanmasıdır.

Alevi ekonomisi ile değer ekonomiler arasında önemli bir fark vardır. Alevilikte tüketim esastır. Diğer ekonomilerde üretim esastır. Alevilikte kimin ne kadar ihtiyacı olduğu hesaplanır ve ona göre bölüşüm, üretim yapılır. Odun ona göre kesilir, hayvanlar ona göre tığlanır. Çalışmada işbölümü işe katılabilecekler ve katılamayacaklar bir bütün olarak değerlendirilir ve işbölümü takvimi, işgücü olanlar ve olamayanlar dengesi üzerinden hesaplanır. Alevilikte ganimet yoktur. Haksız kazanç yoktur. Rızasız kazanç yoktur. Mesleki üretim ve eğitim usta-çırak ilişkisi, pirliği olarak yaşatılır. Yoksullar ve çaresizler düşünülerek üretim yapılır. Tüketim bunun üzerinden lokmalara bölünür.

Bu tipik tüketim, cemde lokma paylaşımıdır: “El terazi göz nizam” bu rızalık üzerine kurulur. Yaşlıların, hastaların, zorda olanların rızkı ayrılmadan lokma bölüşülmez. Benzer bir uygulama musahiplikte de vardır. Müsahip kendi rızkı kadar müsahibinin rızkından da sorumludur.Bu önemli bir ekonomik modeldir. Bu model, Hızır’ın el vermesiyle gerçekleştirilir. Her işin bereketini veren Hızır’dır. Açların, çaresizlerin, bereket isteyenen yoldaşı Bozatlı Hızır’dır. Zorda olanın yareni Hızır’dır.

Rıza şehirleri neyin üzerine bina edilir. Kamil olmayanın bu şehri anlamak ve bu şehirde yaşamak isteği olabilir mi? Rıza şehrinde işsizlik var mıdır? Rıza şehri sadece maddi bir dünya mıdır. Ruhsal yanı olmadan Rıza Şehri düşünülebilir mi? Burada yaşamak hem üretemde ortak olmak hem de tüketimde ortak olmaktır. Kazandığınızın karşılığı toplumsal bölüşüm içinde gerçekleştirilir. Arz talep üzerinden üretim yapılmaz. İnsan yaşayabileceği, arzulayabileceği şeylere emeği oranında değil, ihtiyacı oranında sahip olur. Ancak emek zay etmek sözkonusu değildri. Her birey toplumda yaşamanın önemini bilir ve bencillik yaparak yaşamını sürdürmek istemez. Mutlu olmak tüm toplumun mutluluğu ile ölçülür. Bu nedenle toplumun üretimi ile tüketimi sadece maddi bir paylaşım değildri. Ruhsal olarak yetişmemiş, kamilleşmemiş bireyin, ham halde yaşaması mümkün değildir.

Alevilikte, mal mülk, artı ürün amaç değildir. Lokmanın herkese yetmesi, hakullahın ihtiyacı olana gitmesi vardır. Dedeler şimdilerde bu hakullahı sadece kendi payı olarak görmektedri. Ne karakazan hakkı, ne de ihtiyacı olan talip hakkını gözetmemektedir. Yol hakullahın alınması ve dengeli biçimde pay edilmesi ile kurulabilir. Bunun gerçekleşebilmesi için de müsahipli talip ve Yol’a başı ve malı ile katılmış Mürşit, Pir ve Rehber gereklidir. Alevilik tüketimden yola çıkar, üretimden değil. Talep tespit edilir, üretim ve bölüşüm bunun üzerinden yapılır. Rıza lokması yaratmak ve bölüşmek insanın doğaya ve diğer canlılara ve özellikle de her insanın birbirine karşı özgürlüğü de tamdır.

Geçerli olan para ve mal, mülk değildir. Geçerli olan rızalıkla bir araya getirebilmek ve rızalıkla bölüşmektir. Rızalık aklın ve vicdanın eğitilmiş haliyle değer kazanır. Eğitimli, rehberli insanın geldiği konum insanı can ve mal olarak sömürmeye karşı çıkmaktır. Alevilik bu nedenle kazançta olmayanın rızkta da olamayacağına kanidir.

Alevi ekonomisi doğayı ve diğer canlıları sömürmek ve talan etmek üzerine kuru değildir. Rızalıkla, ihtiyacı olan kadar, tüketebileceği kadarına sahip olmaya çaba harcar. Kırklar ceminde ezilen üzüm tanesinin bir bütün olarak Kırkları doyurması, mest etmesi lokmanın eşit bölüşümü ve rızkın bunun üzerinden ölçülmesidir. Bu en büyük cemimizdir ve diğer tüm cemlerimiz bu cemin ışığıyla, çerağıyla kurulur. Hızır’da yürüttüğümüz cemler ve uyardığımız çerağlar evimizi, bağımızın, bahçemizin bereketi içindir.

“Ben Ali’yim, Ali ben” demenin karşılığı adalet ve bölüşme kabiliyetidir. “Yarin yanağından gayrı herşeye ortak” bu anlama gelir. Alevilik kendini güncelleyecekse bunun üzerinden insanlığa bir umut olabilir. İnsanın ahlak, vicdan ve aklını bir araya getirmesi ancak Alevilik temelli olabilir. Alevilik bu çağda bir siyasal, sosyal ve ekonomik model olamiyorsa bunun en önemli nedeni Hızır’ın verdiği rıskı bilmemektir. Aleviliğin en büyük siyasallığı erkanlarını işleterek Alevi bireyin insanlaşması ve rızk ekonomisini müsahibi ve dostları üzerinden kurması ile mümkündür. Hızır yoldaşımız, Zöhre yıldızı menzilimiz olsun. Hızır’ı alıp hanemize mihman eylemenin zamanı geçmesin.

2020 CEM ERKANI ÇALIŞMALARI

7-9 ŞUBAT 2020
DJH Jugendherberge Bad Homburg
Mühlweg 17
61348 Bad Homburg vor der Höhe

12-14 HAZİRAN 2020
Nahetal-Jugendherberge Bad Kreuznach
Rheingrafenstraße 53
55543 Bad Kreuznach

20-22 KASIM 2020
Nahetal-Jugendherberge Bad Kreuznach
Rheingrafenstraße 53
55543 Bad Kreuznach

PİŞMEDEN PİŞİRİLMEZ
ALEVİ ARAŞTIRMA VE EĞİTİM ENSTİTÜSÜ

#Alevi#alevi#Kızılbaş#kızılbaş#Asimilasyon#Bektaşilik#AABF#BDAJ#AKM#Alevi Kültür Merkezi#Alevilerin Sesi#Hacı Bektaş Veli#Pir Sultan Abdal#Kaygusuz Abdal#Yunus Emre#Alevi Enstitüsü#cem#erkan#yol#nefes#deyiş#

1-3 MAYIS 2020 DÜNDEN BUGÜNE ALEVİLİK SEMPOZYUMU

1-3 MAI 2020
DÜNDEN BUGÜNE ALEVİLİK

 

DATUM: 1-3 MAI 2020

ADRES: Hotel&Restaurant am Kirschberg, Riegelweg 29, 35418 Alten Buseck
Tel: 06408-5044666

KONUŞMACILAR

 

Yılmaz Kahraman Semavi Dinlerde Tanrı Anlayışı ve Alevilikte Hak ile Hak olmak
Mehmet Turan Balım Sultan Döneminde Alevilik
Esat Korkmaz Şeyh Bedreddin Döneminde Alevilik
Gani Pekşen Nefesler
Markus Dressler İttihat ve Terakki Döneminde Alevilik
Mehmet Bayrak 16. Yüzyılda Alevilik
Hüseyin Demirtaş Bir asimilasyon Örneği olarak Kütahya/Şeyler köyü


#Alevi#alevi#Kızılbaş#kızılbaş#Asimilasyon#Bektaşilik#AABF#BDAJ#AKM#Alevi Kültür Merkezi#Alevilerin Sesi#Hacı Bektaş Veli#Pir Sultan Abdal#Kaygusuz Abdal#Yunus Emre#Alevi Enstitüsü#cem#erkan#yol#nefes#deyiş#