Alevi İnancının Devriye Aşığı Aşık Veysel–Esat KORKMAZ


İlk şiirlerinde Veysel’i düşünce olarak coşkulu, ozan olarak henüz yetersiz buluruz. Aslında bu tür şiirlerinin daha sonrakilerinde bile, bir ozandan çok bir toplum eğitmeni Veysel’i görmekteyiz. Bu çalışmalarında Veysel, Cumhuriyetin korunmasına ve ulus bütünlüğüne yardımcı olarak şiiri bir araç gibi görür. Davranışlarında da böyledir; düşünce olarak tertemiz bir adamın eylemlerinde de namuslu, çalışkan olduğu ve özellikle doğru tanılara başvurduğu da gözlenir. Kızılırmak üzerindeki Kaplan Deresi Köprüsünü köy köy dolaşıp para toplayarak yaptırması ondaki bu sorumluluğun bir göstergesidir. Eğitici ve öğretici şiirler aslında öbür ozanlarımızda da çoğu kez kurudur. Uyakların zenginliği, sözcüklerin özenli seçilişi, hep ikinci plana atılmıştır. Demek ki bu kuruluk salt Veysel’e özgü değil…

Kimi halkbilim çalışanları, kimi eleştirmenler, Veysel’i boş, ününe layık olmayan, şişirilmiş bir balon, rahatına düşkün vb. gibi sıfatlarla tanımlar. İki örnekle açıklamaya çalışalım: Cahit Öztelli, Veysel için; “…Sanat yanı oldukça zayıftır Veysel’in. Şiirin yapısına, sesine, zevkine kulak yolu ile yaklaşabilen Veysel, gerçekten kurudur, içtenlikten yoksundur. Benzetmeleri sarıcı yeni buluşlar değildir. O, kulaktan ne kapabilmişse onunla kalmış, kimi konuları da aydın dostların tavsiyesi ile ele almıştır.”

Öztelli, Veysel’i bu tür eleştiri oklarına tutarken yalnız değildir: Ozan olsun, olmasın kimi edebiyat erleri de Veysel’i böyle değerlendirmektedir. Söz gelimi büyük romancımız ve toplum önderimiz Yaşar Kemal de Veysel’i, baş kaldırmayan, kabulcü kişi olarak görür. Veysel’i “sonsuz bir şiir bilgisi olan, kendisinden önceki ustaları derinlemesine bilen, birçok bilinmeyen Karacaoğlan şiirini ezberden okuyan, ama tüm bunlara karşın başkaldırmayan” kişi olarak tanıtmaktadır.

Veysel gerçekten böyle midir? Cumhuriyet’in memuru olarak, toplum eğitmeni rolüne soyunduğunda, evet böyledir; içerik olarak kurudur, öğüt vermekle yetinen ya da aferinleme tarzı söz söyleyen biridir. Ama âşık geleneğinin sürdürümcüsü Veysel, bir başkadır: Coşkuludur, şiirleri içerik olarak bâtınî doyuma ulaştırır insanı, bağlamasının tınısı, gönül telini titretir.

39 yaşında ilk şiirlerini söyleyen Veysel, o güne değin yazmasa bile düşünmüştür. Gerek Alevi törenlerinde söylenen deyişlerdeki incelik, gerekse Veysel’in çok sevdiği bağlama düzeninin duygusallığı onu ince, sevecen bir ruha götürür. Bu nedenle Veysel, bu tür sevda deyişlerinde oldukça başarılıdır.

Bir seher vaktinde gençlik çağında,
Hayali kalbime geldi gizlendi.
Boğnum iğri, seme serhoş gezerken,
Aklımı başımdan alıp gizlendi.

Hayal midir, rüya mıdır, ben şaştım,
Çok aradım, köşe köşe dolaştım.
Sevda derler bir sahile ulaştım,
Aşkın deryasına daldı, gizlendi.

Böylece kendisine sürekli naz eden bir sevgiliyi tanımlayan Veysel, duygusaldır ama gerçekçidir de. Bu işin olmayacağını hemen kestirir;

Hayal bana yakın, yar bana uzak,
Sevdası başıma dolanır, gitmez.
Aşkına düşeli yar bana uzak,
Yüz bin öğüt versem, biri kâr etmez.

Veysel’in tarihlerde kalmış ulu ustalarından alıp getirdiği bir manzara vardır; onlar sevgililerini bir yaratılmışa, kendilerini de o varlıkla ilgili bir başka nesneye benzetirler: Veysel, bu benzerlikleri sevgilisine şöyle eklemektedir;

Her sabah, her sabah suya giderken,
Yar yolunda toprak olsam, toz olsam.
Bakıp dört köşeyi seyran ederken,
Kara kaş altında elâ göz olsam.

Üğrünü üğrünü giderken yola,
Nice dilsizleri getirir dile.
Gövel ördek gibi inerken göle
Ya bir şahin olsam ya bir baz olsam.

Sevda şiirleri böylece bütün alımlı yönleriyle uzar gider. Ama bize kalırsa Veysel’de en olgun dizeler, insanı ve insanla ilgili öğeleri konu alan dizeleridir. Bu deyişlerde Veysel, insanın kaynağından çıkıp bir gövdede canlandıktan sonra, bu gövde veya gövdelerdeki süre içinde ne tür evrelerden geçeceğini ve bu yolun sonunda gene kaynağına döneceğini anlatır. Bir başka tanımla, karşımıza Alevi tasavvufunun devriye ozanı Veysel çıkar.

Bağlandığı inancın ıssız bir Anadolu/Alevi köyünde kendisine aşıladığı bu duygular Veysel’de gönül gözü ile geliştirilmiş, Veysel, Aleviliğin sır dediği bu gizi gönlünde çözmüştür. Yaratanın büyük bir hazine olduğunu, kendisinin bilinmesi için yarattığını anlamıştır. O büyük hazinenin bilinmesi için yarattıklarını da kendinden bir parça olarak ve kendi biçiminde yaratacağını, biliyor Veysel. Kendince, doğallıkla şöyle düşünmektedir; Öyle ise her şey O’ndan bir parçadır. Ben, o varlığın bir parçasıyım. Dolayısıyla O’yum. Ben O’ndansam, komşum da O’ndandır. Kapıdaki sütçü, çiçek satan minik kız, gazeteci çocuk, inşaattaki işçi de O’ndandır. Onları inciten göklerdeki ulu gücü de incitir. Dolayısıyla şimdilik Veysel suretinde görünen ulu varlığı da incitir. Bu düşüncelerin ıssı olan Veysel, bu alanda bir Nesimi, bir Hallaç, bir Şibli, bir Muhiddin Arabî değil. Onların doğrudan söylediği Ene’l Hak sözü, Veysel’de doğrudan doğruya yok. Belki de Veysel’e göre bu doğruyu söylemek bir sakıncadır.

Ancak, barışı ve ilerlemeyi sağladığı için Veysel, insan kutsallığına doya doya sarılıyor. Anlatırken de süzülüp geldiği Alevi inancının devriye türüne sığınıp anlatıyor;

Göklerden süzüldüm, tertemiz indim,
Yere indim, yerli renge boyandım.
Boz bulanık bir sel oldum, yürüdüm,
Çeşit çeşit türlü renge boyandım.

Yüzlerimi yere vurdum, süründüm,
Çok dolandım, ırmak oldum göründüm.
Eleklerden geçtim, yundum arındım,
Kâmilane karlı renge boyandım.

Türlü türlü renklere boyanan ozanımızda bir damla olarak dünyaya geliş, bir ırmak biçimine giriş, türlü donlarda, türlü evrelerden geçiş ve tüm yobazların inadına, evrim kuramını bağıra bağıra söyleyiş. Ulu Veysel, Alevi inancına göre Hakk’a yürüdükten sonra, bedenin yaratıldığı dört öğeden biri olan toprak’a sırlanacak ve kökenine dönecektir.


Derya bende, ben deryada birleştik.
Ayrılmağa imkân yoktur, yerleştik.
Nice boyalardan, renklerden geçtik,
“Veysel neler çekmiş” kim ne bilecek?

Bu alandaki Veysel’i anlatmaya kâğıtlar yetmiyor. O, bu güzellikleri, kendi deyimi ile iki kapılı bir handa bizlere bırakıp gitti. Bize barışı bıraktı, insana saygıyı bıraktı, çalışma aşkını bıraktı. Ve de bir başka gizin çözümünü insanla birlikte aşkın da yaratıldığını bıraktı. Biz bu olguyu anlatan deyişiyle sözümüzü sonluyoruz;

Güzelliğin on par’etmez,
Bu bendeki aşk olmasa.
Eğlenecek yer bulaman,
Gönüldeki köşk olmasa.

#Alevi#alevi#Kızılbaş#kızılbaş#Asimilasyon#Bektaşilik#AABF#BDAJ#AKM#Alevi Kültür Merkezi#Alevilerin Sesi#Hacı Bektaş Veli#Pir Sultan Abdal#Kaygusuz Abdal#Yunus Emre#Alevi Enstitüsü#Dede#Kadın#kadın mücadelesi#Nefesler#Ozanlar#Seyyid Nesimi#Aşık Veysel#

Bir cevap yazın