Monthly Archives: Eylül 2021

ÂŞIKPAŞAZÂDE’NİN ESİR TİCARETİ

ÂŞIKPAŞAOĞLU

TARİHİ-Nihal Atsız, MEB 1970, 1. Baskı  


S.134
Belgrad’ın üzerine düştü. Hisara cenk eder gibi oldular. Sava suyunu geçtiler. Bili- ne’ye79 akın saldılar. Gaziler şöyle doyum geldiler ki . bir çizmeye bir nefis cariye verirlerdi ki kucaklamaya yarar. Ben dahi orada idim. Yüz akçaya altı yedi yaşında bir iyi oğlan aldım. Ama ata hizmet eder esiri yüz elli akçaya verirlerdi. O seferde akıncılardan bana dahi yedi kul ve cariye düştü,

öyle olmuştu ki asker yürüse esir kalabalığı askerden ziyade idi. Elhâsıl şöyle anlatıldı ki İslâmlık zuhur edeliden beri gaziler gaza ederlerdi, bunun gibi gaza vâki olmadı dediler. Hatta dediklerinden de daha ziyadedir. Fakir dahi bir gün hünkâra gittim. Ben fakire esir verilmesini buyurdu. Buyurduktan sonra ben dedim ki: “Devletli sultanım! Bu esiri, götürmeye at gerektir ve bu yolda harçlık dahi gerektir”. Beş bin akça ve iki at verdi. O sefer dokuz baş esir üe Edirne’ye geldim. Dört atım dahi vardı. Edirne’de bu esirleri üçer yüz akçaya verdim. Bazısını ikişer yüz akçaya satıp harçlık edindim ve devletli hünkâra dualar ve senâlar ettim.

S.137

Vallahi ben dahi kırdığımdan gayrı beşini esir ettim. Üsküb’e getirip beş esiri o zamanda dokuz yüz akçaya sattım.

* * * * *

Tevarihi Al-i Osman Aşıkpaşazade Tarihi

Hazırlayan: Ayşenur Kala, Kamer Yayınları 2013,  S.219

  1. Bölüm

Bu Bölümde Sultan Murad Han Gazi’nin Belgrad’da gidip Ne Yaptığı anlatılır

Sultan Murad Üngürus (Mcaristan) ülkesini görünce Belgrad’ın Üngürus’un kapısı olduğunu anladı. Bu kapıyı açmak istedi. Asker toplayıp, Belgrad’ın üzerine yürüdü. Hisara savaşır gibi oldular. (Sava) nehrini geçip İline’ye 243 akın ettiler. Gaziler çok ganimet elde etti. Öyle ki bir çizmeye bir cariye alınabiliyordu.

Ben fakir de yüz akçeye bir oğlan aldım. “İslam ortaya çıktığından beri böyle gaza olmadı” derlerdi, bu doğrudur.

Ben fakir de o seferde bulunmuştum. Bir gün Hünkar’a vardım. Bana esir verdi. Ben, “Devletlü Sultanım! Bu esiri götürmeye at gerekir. Bunun için de akçe gerekir” dedim. Beş bin akçe ve iki at verdi. Dokuz baş esir ve dört atla Edirne’ye geldim. Esirlerin bir kısmını üçer yüz bir kısmını da ikişer yüz akçeye sattım.x

* * * * *

Osmanlı Tarihi-İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Cilt 1 Sayfa 418 PDF Sayfa 365

694 Aşık Paşa zade, Belgrad muhasarası esnasında Macaristan topraklarına akın yapıldığını ve pek

ziyade doyum olduğunu ve bir cizmeye bir cariye verildiğini ve bunun muslumanlığın en buyuk gazası

olduğunu soyledikten sonra “ben fakir dahi o seferde bile idim, birgun hunkara vardım. Ben fakire esir

buyurdu; ben dedim ki devletlu sultanım! bu esiri goturmeğe at gerektir ve bu yolda akce gerek dedim,

beş bin akce ve iki at verdi; dokuz baş esir, dort atla Edirne’ye, geldim, ucer yuz akceye verdim ve

bazısını ikişer yuz akceye verdim. Bu gazanın tarihi sekiz yuz kırk ikisinde vaki oldu.. .” (s. 125)

s.(125) Âşık Paşa Zâde Tevarih-i Al-i Osman (Ali Bey neşri 1932 İstanbul) S. 125

Ahiler ve Babâiler –İsmail Hakkı Uzunçarşılı

Ahiler ve Babâiler
Osmanlı Tarihi Cilt 1 – İsmail Hakkı Uzunçarşılı

S.530-532

Osmanlı devleti kurulurken Anadolu’daki Ahi ve Babâî ve Mevlevi tarikatleri en faal devirlerini yaşıyorlar ve bu kıt’ada mevcud beylikler üzerinde nüfuzlarım gösteriyorlardı; bundan dolayı bu tarikat zümrelerinden bilhassa ilk ikisinin Osmanlı beyliği muhitinde de

faaliyetleri görülmekteydi. Bu suretle Anadolu’da yayılan tasavvuf cereyanları XIV. yüzyıl sonuyla bilhassa XV. yüzyılda kuvvetli olarak meydan almış ye bunda beylikler tarafından gösterilen himaye de müessir olmuştu. Tasavvufî eserler manzum ve mensur olarak

yazılmaktaydı. XIV. yüzyıla ait Âşık Paşa, Yunus Emre ve Sultan Veled divanları ve saire ile XV. yüzyıl’daki Kemal Ümmî, Nesimî ve Eşref zade Abdullah-i Rûmî divanları ve yine Eşref oğlu’nun (vefatı 874 H./1469 M.) Hayret-nüma ve 852 H./1447 M. de yazılmış ahlâka dair kıymetli bir eser olan Müzekkin-nüfus isimli eserleri ve Hatiboğlu’nun Hacıbektaş Velâyetnâmesi tercemesi ve bunlardan başka manzum ve mensur daha bir çok risaleler ve manzumeler yazılmıştır.

Osmanlı devletinin temeli atılırken bu beylik, ahilikten ve ahî reislerinin nüfuzlarından istifade etmişti; filhakika Osman Gazi’nin kayın babası Şeyh Edebah o tarihlerde ahilerin ulularından bulunduğu gibi Ahî Hasan, Ahî Mahmud, Candarlı Kara Halil de aynı tarikatta

bulunarak hizmet ediyorlardı. Ahî Hasan’m nüfuzu ve hizmeti tarihçe de malûmdur. Ahilerin bu nüfuzunu XV. yüzyıl’m ilk yarısında da görmekteyiz 901.

 

Ahî tarikatı reisliğinin Şeyh Edebalı’dan sonra kime geçtiğini bilmemekle beraber bunun daha sonra I. Sultan Murad’a intikal eylediğini biliyoruz; bu cümleden olarak Murad Gazi’nin

Gelibolu’daki ahî reislerinden Ahî Musa’ya verdiği 767 Receb/1366 Mart 14 tarihli icazetname ve vakıfnamede: “. . . ahilerimden kuşanduğum kuşağı Ahî Musiya (Musa’ya) kendü elümle kuşadup Magalkara’da (Malkarada) ahî diktim ve bu Ahî Musa veya evlâdlarından kimesneyi ihtiyar idüp ya akrabalarından veya güğeygülerinden ahilik icazetin virüp bizden sonra yerümüze ahî sen ol diyeler ki bunlar fevt olduktan sonra şer’ile sabit ve zahir ola….” kaydı bunu göstermektedir902.

Osmanlı beyliği kurulurken ahîlikden başka Alperenler denilen ve Babâî tarikatinden olan Gazilere ehemmiyet verilmiş ve bunlar için zaviyeler yapılmıştı; Orhan Bey’in maiyyetinde muhtelif savaşlara iştirak etmiş olan Geyikli Baba, Abdal Musa, Abdal Murad ve Duğlu

Baba ve emsali babalar, sonradan adını bektaşiliğe çeviren Babâî tarikatine mensup Alp-erenlerden idiler. Orhan Gazi zamanında Bursa’mn Uludağ (Keşiş dağı) eteğinde Babâîlere mahsus zaviyeler yaptırılmıştı. Yine bu zümreye mensup olarak Bursa Yenişehir’inde bulunan Postinpuş Baba’ya I- Murad tarafından bir zaviye inşa ettirilmişti. *

 

Orhan Gazi, kendilerinden istifade ettiği Babâîlere riayet etmekle beraber, onların herhangi bir ayaklanmalarına karşı da kontrolü ihmal etmemekte idi; hattâ Bursa etrafında çoğalıp akidelerini neşretmekte olan Abdal, Torlak ve Işık’ların (Babâîlerin) vaziyetlerini teftiş ve tahkik ettiren Orhan Gazi, bunlardan muzır akide neşredenlerin çerağ ve bayraklarını ellerinden alıp memleketinden kovmuştu 903. Babaîlik daha sonraları yeniçeri ocağına

girmiş ve halifeleri vasıtasiyle Babâîlerden olup XIII. yüzyılın ikinci yarısında vefat etmiş olan Hacı Bektaş-ı Veli’ye nisbet edilmiştir 904.

 

XIII. yüzyıldan başlıyarak XVI. yüzyıl sonlarına kadar Anadolu’nun siyasî ve içtimaî hayatında, Babâî, Kalenderi, Torlak, Samavnah, Işık gibi muhtelif isimler altında Babaîliğin kasaba, koy ve aşiretler arasında yayılmış olduğu görülmektedir. Babâîler en çok Sivas, Çorum, Yozgat, Aydın, İzmir, Balıkesir, Kuzey Anadolu (Giresun’dan Sinop’a kadar olan saha) ve Konya, Antalya ve havalisinde akidelerini yaymışlardı. Bunların XVI. yüzyıl başlarından itibaren Rumeli’de de faaliyette bulunduklarını görmekteyiz 905.

 

Bu zümreler arasında hurufîliği neşreden Fazlullah’m halifesi Seyyid Nesimî ve taraftarlarının Anadolu’daki propagandaları kendilerine epey taraftar kazandırmış ve bunun neticesi olarak hurufîlik süratle yayılmağa başlamış ve bu hususta Nesimî’nin müridi Refiî’nin eserlerinin mühim tesiri görülmüştür; Refiî’den sonra Feriştehoğlu (Ibn-i Melek) ve Viranı Baba gibi hurufîler de aynı tarzda akidelerini yaymışlardır; hurufîlik daha sonraları bir çok tarikatlerle bu tarikatlere mensup mutasavvıfların eser ve manzumelerinde de kendisini göstermiştir. 906

901 Aşık Paşa zade tarihi s. 101.
902 Tarih vesikaları dergisi sayı 4, sene 1941 Birinci Kanun.
903 ibni Kemal Tarihi (Nur-ı Osmaniye nushası), Numara 3078, varak 53 B.
904 676 H./1277 M. de tertip edilmiş olan Ahi Evren’in Kırşehir vakfiye-sindeki kayıttan (Ali Emin tasnifi vesikalar) Hacı Bektaş’in 1277’den evvel vefat ettiği anlaşılıyor.
905 Ali (basılmamış nusha) varak 146, Şair Hayali maddesi ve Kınalı zade tezkiresi’ndeki aynı isim. Bunlardan başka diğer tezkirelerde bazı kayıtlar vardır.
906 Ord. Prof. İ. Hakkı Uzuncarşılı, Buyuk Osmanlı Tarihi, Turk Tarih Kurumu Yayınları : 1 / 530-532

——————
güğeygülerinden: Güveylerinden, damatlarından

NOT: Dipnot numaraları Kitab her sayfa için yeni numara verilmiştir. PDF versiyonundan takip eden numaralar verildiği için farklılık vardır.
Bu metin Kitab’da 530-532 sayfalarda, PDF versiyonunda 469-471 sayfalarda bulunmaktadır (Y. Demir)