Monthly Archives: Ekim 2021

ASLINI İNKAR EDEN HARAMZADEDİR–Veli AY

ASLINI İNKAR EDEN HARAMZADEDİR!!!

Bilmeyenler ne bilsin bizi

Bilenlere selam olsun..

Hakikat ve ona dair kelamlar yok olmaz yok edilemezdi.. Evrenin bir köşesinde bir çırpıda suratınıza,  yüreğinize tüm çıplaklığıyla çarpı verirdi. Can Yunus’umun bu kelamı düşüverdi aklıma.. Karşımda oturan cem evimizin emektarı bir amcamızın sözleriyle uyandım.. „Oğul o neydi“.. Halk dilinde argoya kaçarak devam etti; „Isparta’da bizleri devletin kuçağına oturttular. Yuh olsun onlara“ diyerek devam etti.. „Yıllarca bunun için mi mücadele ettik. Oysaki canları bir araya getirmek için, bu cem evlerini yaratmak için ne zorluklar çektik.. Hainin zalimin alevi düşmanlarının önünde gülbang vermekte neyin nesi“.. Çok kızgında, yılların emektarı, yaşadığı zorlukları yüzünün derinleşen çizgilerinde gizlenmiş Amcam..

Utandım..
Babam düştü aklıma..
Yıllar önce kaybettiğim o nazlı Pirim..
Kötülük fesatlık bilmeyen, yeşile çalan, çakmak çakmak parlayan gözleri.. Sadece gözleri değil teni, yüreği, yüzüde parlardı onun.. Taliplerinin, komşularının, kardeşlerinin, çocuklarının sevgisini kazanmış, bunu şakacılığı, yardımseverliği, insancılığı, insana verdiği güvenle kazanmıştı.. Hayatı zor geçmişti..

38 denilen soykırımı görmüş yaşamış, yaralarının derinliğine rağmen hiç bir zaman o soykırımdan bizlere bahsetmemişti.. Babasını soykırımda kaybettiğinde daha 12 yaşlarında imiş.. Kurşunu dizilen bir grupta ölülerin altında çıkan bir kız çocuğu küçük kardeşini kuçağına alıp evlerimizin alt kısmında bulunan bizlerin dalık diye nitelendirdiğimiz bodur ağaçların ve bitkilerin bulunduğu yere sığınmışlardı.. Nenem evlerimizin önünde geçen 38’de içinde su yerine kan aktığı söylenen Harçık Çayı’nda su almaya gelirken fark etmiş onları.. 11 yaşlarında üstü başı kan olan bu çocuk kardeşinin sesi duyulmasın diye ağzını elleri ile kapatmaya çalışırken bulmuş onları..

 

Kundaktaki kardeşi ac-perişan.. Ne kadar kapatabilirsin ki ağzını.. Ne kadar engelleyebilirsin ki aclık çığlığını.. Nenem kimsenin görmediği akşam saatinde çocuğa temiz giysi ve yiyecek, kardeşi içinde süt götürmüş kendilerine.. Evet kimseler görmemeliymiş.. Devletin kesin emri varmış.. Kim evini soykırıma uğratılacak ailelere, onların çocuklarına açarsa, onlara yardım ederse aynı son onlarada yaşatılacaktı… Tam bir ölüm kalım zamanıydı.. Bir kaç gün o zavallı çocuklara gizlice yardım ettikten sonra onları evine getirmeye karar vermiş. Fakat bir ailenin ihbarı üzerine köy basılır o kız çocuğu kardeşini alıp kendini Harçık Suyunun bağrına bırakırlar.. Katillerin eline düşmektense kendi sularının koynunda ölmeyi yeğlerler..

 

Babamdan bu hikayeyi duyduğumda çoktan otuzumu geçmiştim. Neden şimdi anlatmıştı.. Neden bu kadar beklemişti.. Anlatırken o yeşilimsi gözlerinden bir kız çocuğunun bata çıka yaşam mücadelesini gördüm.. Gözlerden dökülen yaşlar Harçık Nehrini arındırıyordu.. O caresizliği, iki küçük çocuğu kurtaramamanın acısını hale yüreğinde hissediyordu canım pirim..

Ocakzadeliğin vermiş olduğu cümle canı yaşatmak onu canından evvel bilmek ilkesiyle büyümüştü. Talibinin canı acısa kendisinin eti acırdı.. O kadar kötülük görmesine rağmen asla kimseye kırılmadı. Kimseye kin düşmanlık beslemedi..

Sonra o gözler donuklaştı birden..
Köye gelen asker o çocuklara yardım etmiş diye dedeme işkence yapıp evini yakmışlardı..
Bir kaç gün sonra da dedem Hakk’a yürümüş. İşte böyle bir zor zamının çocuğuydu nazlı Pirim..

Hatırlarım da gıda ambargosu dönemiydi. 90’lı zor yıllar. Benim de lise yıllarım. Un, ekmek, çay yazdırmak için babam ile gittimiz karakolda bir insanın günlük ihtiyacını karşılayacak miktarın çok altında yazmışlardı..

Devletin bizleri resmen aclıkla terbiye etmek istediği dönemlerdi. Çok kızmıştım. Komutana o gençlik cesaretiyle neden bize daha az bir miktarın verildiğini sorduğumda, sizin dosyanız mühürlü dedi. Bu mühür kalkmadıkca sizlere hep böyle davranılacak. Devletin daireleri dahil, devletin hiç bir hizmet alanında çalışamayacaksın diye ekledi. Bu gerçekti. Devlet dairesine girebilen bir kardeşim olmadı..

Bir anda kafası önüne eğildi babamın.. Tanıyordu bu karakolları..
Devrim hayaline kapılmış çocuklarından dolayı çok çağrılmış kaba dayak yemiş, çok hakaretlere uğratılmıştı. Devletin aileleri fişlediği bu mührün anlamını çok iyi biliyordu. Akşam eve dönerken çay almıştı. Çayımız kalmamıştı..

Fakat izin kağıdında çay yazılmamıştı. Yinede aman en olursa olsun deyip aldı yanına. Belediye arabamız köprüdeki kontrol noktasına geldiğinde her zamanki gibi durdurulduk. Bizlere suçluymuşuz gibi bakan gözlerle bir komutanın inin aşağı diye bağırışını duyduk. Kimlik ve gıda kontrolü yapacaklardı. Babamdaki çay otunu fark etmeleri çokda uzun sürmedi. Amca bunu niye aldın kağıdında çay yazmıyor dedi komutan. Babam çayımız kalmadı deyip ne yapayım almayayım mı diye karşılık verdi. Komutan izin vermiyeceğini onlara bırakması gerektiğini bir daha ekledi. Babam komutanın elindeki çay otunu alıp o hışımla açarak yere döküp üstünde tepinmişti..
Bu fukara adamın aldığı bir çay otunada göz dikmişti bu ceberrut devlet. O da boyun eğmedi bu devlete. Sizede bırakmam dedi..

 

Evet üniformaları, komutanları onların o insanlıktan nasibini almamış seslerini, emirlerini, evlerinin basılmasını, kapılarının kırılmasını, kaba dayağı, hakarete uğramayı çok iyi bilirde babam..

Oysaki nazlı bir aileden soydan gelirdi. Taliplerinin gülüydü. Aşık ile maşuk gibiydiler..
Ah bu zulümkar askerlerde olmasaydı iyi idi..

Çocukları kendini bir sevdaya kaptırmışlardı. Sevdalıydılar onlar. Güzel arkadaşları, güzel dostlukları, mücadeleleri vardı. Ama yol tehlikeli, ölümcül bir yoldu.. O dönemde devrimci mücadele vermek ailesiyle birlikte kelle koltukta dolaşmakla eş değerdi.. Bu zamanı da gördü babam.

 

Çatışmada vurulan çocuğunu, askeri cezaevinde işkence edilen çocuğunu, yıllarca hapishanede kalan çocuğunu gördü. Arkasından okuma yazması olmamasına rağmen avukat avukat dolanan çocuklarına zarar gelmesin diye uğraşan canım babam.

 

Cunta dönemiydi.. Ben doğmuşum.. Hayatımda hiç göremediğim abim bana ismimi vermiş MEHMET ZEKİ.. Eskiden devrimcilerde gelenekti. Yitirdikleri dava arkadaşlarının ismini yeni doğan çocuklarına, yiğenlerine, kardeşlerine verirlerdi. Böylece hem mücadelerinin hemde mücadelede düşen yoldaşlarının isimlerinin yaşatılacağına inanırlardı..

Benim hikayemde böyleydi. MEHMET ZEKİ ŞERİT’ten almıştım ismimi. İşkence ile katledilen o büyük devrimciden.. Çerkez halkının yiğit evladından.. Fakat nüfus dairesi kabul etmemişti bu ismi. Babamda dayımın ismini Veli’yi bana yazdırmıştı. Bu isme hiç alışamamıştım. Zaten bu isimle tanışmam ilkoluda gelmemle olmuştu. Veli.. Köyde, evde tüm tanıdıklarım bana Mehmet Zeki der. Hala öyledir bu.. Veli zoraki bir isim oldu bende. Hiç bir zaman alışamadığım kabullenemediğim bir isim..

Universite yıllarında insanlardan yanlızca bu ismi duya duya bir ara alışır gibi oldum. Fakat yine onunla aramızda her zaman bir mesafe oldu.. İnsanlar Veli diye seslendiklerinde dönüp bakmazdım bile. Bana seslendiklerini düşünmezdim. Her sabah kalktığımda güneşin karşısında minnet eden anamın „Memedim Omedyam“ deyip beni çağırması gözlerimden öpmesiyle adete büyülenmiştim.. O isimde beni benliğimi çeken bir şey vardı. Benim künyemdi adeta..

Şimdi ise Isparta’da bizleri MHP-AKP-İYİ PARTİ’ye, onlarla protokol yapma merakına satan yöneticilerimizin çamur atma aracı haline getirilmiş durumda..

 

Onlar adına iş tutan dernek dernek arayıp bu gerçek adını kullanmıyor MEHMET ZEKİ diye sahte isimle kendine Facebook ‘da hesap açmış diyen insanlıktan nasibini almamışlara şunu söyleyebilirim. MEHMET ZEKİ benim takma ismim değil, benim gerçek ismimdir. Benim künyemdir. Yaşadığım, aileme yaşatılan acıların sembolüdür.. Sizin gibi bedel ödememiş koltukçu insanlar bunu anlayamaz..

En son genç bir yönetici kadın arkadaşımıza giydiği tişört’te yazılan sözler üzerine dernek dernek arayıp karalayan yüzsüzlerde sizler değil miydiniz? Yaptıklarınız yüzünden o arkadaşımız şimdi alevi hareketinin dışında durmak istedi.

 

Yüzsüzlükleri, çamur atmayı, bizlerin aidatlarıyla Maraş’a gidip MHP’ye saydırıp, Isparta’da onlarla protokol yapmayı, cem evinin temelini atmayı utanmadan da bunu normalleştirmeye çalışmayı en iyi sizler bilirsiniz..

 

Ağzınız açıldığında hepiniz aleviliğin kitabını yazmışsınızdır. Hepiniz Pir Sultan, Nesimi..
AKP-MHP karşısında utanmadan gülbang veren, onların sözüyle alevi yöneticisine sözünüzü bitirin deyip kürsüden indiren sizler değil miydiniz? Bilerek isteyerek bu organizasyonun bir parçası olanda sizler değil miydiniz? Kim zorladı sizi? Kime sordunuz bu işi yaparken? Sonra biz karşı çıksaydık Madımak gibi yakarlardı deyip Madımakta yitirdiğimiz değerlerinizin ruhunuda inciten sizlersiniz.. Siz kim  Sivasta yitirdiğimiz 33 canımız kim. Onlarda sizler gibi korksalardı şimdi yaşıyor olacaklardı..

 

Hepiniz hayatınız boyunca bu Isparta onursuzluğuyla yaşayacaksınız..

Oraya buraya saldırarak en iyi savunma saldırıdır diyerek yaptığınız bu düşkünlüğü unutturamayacaksınız..

 

Bakın sizlere ne anlacağım. Özel timlerin çatışma sonrası ineklerini otlatmaya götüren 75 yaşındaki babamı zorla döverek bir panzere atmışlardı. Bu çatışmada üç özel tim vurulmuştu ve öç almak istiyorlardı. Panzerde sormuşlardı: „söyle bakalım ihtiyar bu işin bu kargaşanın sorumlusu kimdir“ diye.  Babam korkusuzca o panzerde cesedinin çıkacağını bile bile „bu işin sorumlusu şerefsiz Türkeş ve Erbakandır“ demişti.. Tüm gün gezdirmişler, dövmüşler, hakaret etmişler, su vermemişlerdi. Gece karanlığı içinde herşeye rağmen gülen bir cift gözle bizlere doğru geliyordu. Biz ise onu çoktan kaybettiğmizi, öldürülüp bir yerlere gömüldüğünü düşünüyorduk. O zamanlar bile katilin, zalimin karşısında dik durmayı bildi pirim. YA SİZLER? İtle köpekle cem oldunuz.. Onlara gülbang verdiniz. Bizleri katleden ve silah arkadaşları için saygı duruşunda bulundunuz. Tek eksiğiniz vardı, „KILICINIZ KESKİN OLSUN“ sözünü eklemeyi unuttunuz..
Aşk ile
Veli AY
16.10.2021