Kadın Nedir — Hasan HARMANCI

Kadın Nedir*

İnsanın biyolojik olarak eşit olmaması insan olarak eşit olmasının önünde engel değildir. Kadın-erkek eşitliğini yaratan bir toplumun erk anlayışı daralmıştır ve toplumsal eşitlik değersel özgürlüğün ana kapısı durumuna gelmiştir. Bu kapıyı aralamayı başarabilecek miyiz.
Önce Tanrı krallar insanları koruması altına alıyordu sonra toplumlar üst insanlar, sıradan insanlar ve köleler olarak sınıflandı. O zamanlar despot Gılgamış zamanlarıyla eştir.

Üst insanların hukuku farklıydı. Hüküm eden efendiydi. Sıradan insan ise yasalara uymak zorundaydı ve onlarda suç eşitliği kısasa kısas hükmüyle işliyordu. Kölelerin hakları hayvan hakları ile eşdeğerdi.
Kadının konumu da bu üçgen içinde işliyordu. Gılgamış’ın iradesi erkeği ayakları altına almak, kadını ise kullanmak üzerinden sürüyordu.

Sonra Gılgamış’ın kibrini, kinini, despotluğunu ve pervasızlığını dengeleyecek Enkidu zuhur oldu.
Denge bir süreliğine kurulabildi. Ancak hiçbir zaman yeterli olmadı.
Aşk Tanrıçası iştar’ın evlilik isteğini o yarı insan yarı Tanrı haliyle reddetti. Derler ki Tufan işte bu yüzden oldu.
Erkek erkekle savaşıyordu. Düzen faydacı erkeklerin dediği biçimde işlemeye devam ettirildi. Güçlünün tarafında olmak Tanrıların sözünden çıkmamaktı. Kadın da erkek de bu düzen için adaklar adadı, çocuklarını kurban olarak sundu.

Şimdi aradığımız toplum dinsel sınıflama ile feodal düzen arasına sıkışmış bir toplum modelinin yarattığı iktidar ağına sahip. Kapitalist toplum da emperyalist toplum da bu düzenlerin devamı olmaktan kopmadı. Feodal toplumu Tanrının hükmünün sürdürücüleri temsil ediyor. Onların gücü de hükmü de insanlığa huzur, adalet ve barış getirmedi. Yani insan hep savaşın çocuğu oldu, Tanrıdan kendine yetecek barış yerine güç ve hırs istedi.

Doğanın bereketini ise aç gözlü iktidarlar insanlığa yar etmedi. Sömürdükçe sömürdü. Kadın da erkek de diğer canlı cansız mallar olarak görüldü.
Şimdi ekonomik yararımız ölçüsünde özgürüz. Kimin kimi nasıl ve neyi üzerinden sömürebileceği hukukun üstünlüğüne bağlandı.

Biz Gılgamış’ın hırsının, pervasızca sömüren varlığının hüküm sürmesinden pek bir öteye geçemedik.
Hali hazırda da kurtulamadık.

İstediğimiz düzen insanın bedenen eşit olması zorunluluğu olmadan öz’de, ruhsal algıda eşit ve bir olmasıdır. Adaletli yaşamak sadece insanın erklerce sömürülmemesi değil, erkeğin de kadının da bunun parçası olmaktan çıkıp hiçbir canlıyı-cansızı sömürmemesidir.
Biliyoruz ki o üstün insan da, sıradan insan da köle insan da bir ve aynı öze ve ruhsal yapıya sahip. Bu kadın ve erkek için de geçerli.
Geleceğin özgürlüğü için şimdi bizi köleleştiren o cinsiyetçi anlayıştan kurtulmalıyız.

Özgürlük ritüelini cinsler arasında farklı tanımlamak hiçbir çözüm getirmez aksine bedelini kanla, terle, tenle ödemeyi devam ettirmenin yeni yolu olur. İnsan doğası bin yıllardır sömürü düzeninden kurtulamadı. Kadın-erkek ayrımsız hasta toplumların devamı olmakla hünerliyiz. Tarihte kadın erkeğin ikizi gibidir.
Bedenleri farklı, ruhları ve amaçları aynıdır. Bu, bu yüzyılda da pek değişmedi.
Bilim bunun gerekçesini şöyle konumlandırdı: Kadın beyni-erkek beyni. Burada eklemek gerek ki bu iki beyin de bir insanın kafasında yer alan iki ayrı yarımküreden başka birşey değildir. Yani bir insanın içinde hem kadın hem de erkek var. Bunun sadece hormonal ölçüleri farklıdır.
Anlıyoruz ki yeni insan toplumsal rol modeller arasına sıkışmazsa ve varlığını özgürleştirirse insana, “can” dediğimiz ruhsal ve bedensel bir arılığa ulaşabilir.

Barış ve sevgi içinde olmak bedeninizin içinde başlıyor. Fazla kadın ya da fazla erkek olmak arasında bir seçimde bulunup özgürlük olmayan “özgürlük” ile yetinirsek bu hayat bize hep “dar” olacak. Hükümranlar ise sömürmeye devam diyecek.
İlk tanrısal hükümdara eşdeğer olan Gılgamış’ın ikizi Enkidu acaba bu beynimizin iki yarısı arasındaki farkındalık savaşımıydı. Ölümsüzlüğü arayan yanımıza, içimizdeki Gılgamış’a sormak gerek.
Gılgamış ölümsüzlük suyunu, Ab-ı hayatı buldu ancak yılana kaptırdı Ab-ı hayatı. Hızır buldu. Her dem insana bunu sunmak da istedi. Ta ki insan kendini yenileyip kendini Hak, Hızır, Kâmil bilincine çıkarıp da “can” olunca içebilsin diye hazır eyledi. Hızır kendine İlyas’ı; denizi yâr saydı.
İnsanı insana, kadını erkeğe, erkeği kadına Hızır kıldı, yâr eyledi.

Ata tohumu başağı arar gibi yeniden insanın saf ve hükümdarsız, hükümransız düzenini kurmak durumundayız. İnsanın alt-bilincinde birikmiş olan bencilliği, güçsüz ve savunmasız olanı köleleştirme, sömürme hakkını, cinsiyetçi bakışını yıkmalıyız. İçimizdeki ikizimizin hırsı, kini, kibri bu sömürü düzeninin, savaşın, dengesizliklerin baş aktörü değil mi?

Parşömen kağıda yazılan ilk yasa kendinden olanı öldürmeyeceksin, ikinci yasa ise kendinden olana (ensest) tecavüz etmeyeceksin. Dijital yasalarla Dijital diktatörlüklere, sanal gerçeklik! ve hormonal besine geçtik. İnsan için olumlu pek bir şeyin değiştiğini söylemek güç…

Geldiğimiz evrensel hukuki toplama bakarsak: bize; -insana, ayrımsız kadın-erkek bize- Kadın Hareketi’nin tarihi, yani mor rengin hukuk savaşına, bu hiçbir zaman sadece kadının bir başına savaşı olmadı. Yoksulluğun, ezilmişliğin, sömürünün karşısında ortaklaşa yürümekle oldu, oluyor.
Şeyh Bedreddin, “Yarin yanağından gayrı herşeyde ortak” dedi ve devam etti; “Kadın, dünyanın ta kendisidir”.
Şimdi gerçek savaş “sürdürülebilir” insanlık için cinsiyetçi ayrımlardan arındırılarak yürütülebilir. İnsan insana Tufan mı yoksa yâr mi ola?
Bozulmamış insani öz’e, Can’a sağlıklı olana kavuşmak dileğiyle.

———
*Kuşandığımız savaş gömleğiyle ölen, öldürülen, göç yoluyla denizleri, tel örgüleri geçen-geçemeyen, kafamızın sınırlarında öldürdüğümüz milyon milyon kadın ve çocuk anısına.

#Alevi#alevi#Kızılbaş#kızılbaş#Asimilasyon#Bektaşilik#AABF#BDAJ#AKM#Alevi Kültür Merkezi#Alevilerin Sesi#Hacı Bektaş Veli#Pir Sultan Abdal#Kaygusuz Abdal#Yunus Emre#Alevi Enstitüsü#8 Mart#Dünya Kadınlar Günü#Kadın#kadın mücadelesi#

Bir cevap yazın