AleviEnstitusu

1 10 11 12

KAZ DAĞLARI AŞKINA–Esat Korkmaz

KAZ DAĞLARI AŞKINA

Esat Korkmaz

 

Bana öyle geliyor ki

doğayla ilişki söz konusu olduğunda,

insanlar,

hayvanlardan daha alt sırada yer alıyor.

 

Bilincimiz yabancılaştı; bana kör, sana kör; bu kadar da değil, hayvana kör, bitkiye kör; yetmedi geçmişe kör, geleceğe kör; şimdi de ise yalnızca çıkarını görüyor. O zaman ben düşünemiyorum-bilinç körüyüm demektir. Gerçekçi olup olanaksızı istemeyi çoktan unuttuk.

Yaşıyoruz ama nasıl? Hemen hepimiz, kendi benliklerimizi inşa etmekle meşgulüz: Çıkarlarımıza gömüldük; doğanın ve hayvanların sesini, daha doğrusu sessizliğini duymadık ya da duyamadık. Duyabilseydik eğer, bu kısır döngüden çıkış yolunu bulacaktık. Sisteme itaat etmediğimizi bağıra bağıra, bağırdığımız sistemin hizmetçileri olup çıktık.

Öyleyse biz ne diyoruz; Biz:

Zamanı geriye saralım, doğuran doğanın doğuran parçası olduğumuz, geleceğin bilinmediği için sır olduğu, geçmişin bilindiği için ders alındığı, görünmeyenin görünenin öğretmeni olduğu o büyülü dünyaya taşındığımızda duralım, aklımızı kendi aleyhine çevirelim ve bugünkü sonuçları üretmeyecek biçimde düşünelim, bu yolla egemenin ezberine mahkûmiyetimize son verelim, diyoruz.

Kapitalist toplumda, yazgını dişleri çok keskindir, yaşamı parçalar. Bu düzende umutsuz olmak-acı çekmek bir yazgı ise eğer, üretken olmaktan başka seçeneğimiz yok demektir, diyoruz.

Kendini bil buyruğunun izinde, doğanın düşüncesi metafiziğe düşmanlıktır, anlayışına kendimizi taşıyalım ve doğasal olanın yanında yer alalım, bedenimizle taraf olalım; doğa yasalarından farklı her türden insan doğası yasasını inkâr ederek, doğa üzerinde yaratıcı-yok edici tanrıya güç veren, dinsel düşüncelere-inanışlara başkaldıralım, diyoruz.

Önsüzden-sonsuza akan çevrim kapsamında, egemene ideoloji olan örgütlü kutsallığı yerle-bir edelim; despotun saldırısına karşı bir duruş alacak biçimde kendimizi parçalayalım, yeniden kuralım ve yaşanılan sıkıntının ödülü anlamında oluşturduğumuz bilincimizi, ezilenleri kurtuluşa taşıyacak biçimde yeniden yapılandıralım, diye feryat ediyoruz.

Dünya benlikçiliğin ve görgüsüzlüğün gölgesinde ilerliyor. Direnebil-mek için üç organa ihtiyacımız var: Akıl için kafaya, duygu için yüreğe, utanç verecek biçimde sürünmemek için ise omurgaya, diyoruz.

Öyleyse kendimizle buluşmak için, dışarıdan ve yukarıdan gelen vic-danımızın sesini kısalım, içeriden, gönül evinden gelen vicdanımızın sesine kulak verelim; çünkü vicdanımız yalan nedir bilmez, salalım vicdanımızı dışarıya ve onu izleyelim, bu bize yeter, diyoruz.

Tıpkı bunun gibi doğa hiçbir zaman açık konuşmaz ama yalan da söylemez, kendini kendi içinde, kendi ağacında, kendi çiçeğinde, kendi köklerinde saklar, diyoruz.

Unutmayalım: Kaz Dağlarının kulakları, gözleri vardır; bizi işitir, bizi gözler ve gözetir; ötesinde hisseder ve koklar bizi, anımsar. Çünkü mantarlar aracılığıyla bir orman internetine sahiptir: İnternet kullan-mayı çok iyi bilen Kaz Dağı, -Yaram var diye bize konum atıyor; siya-nürle altın ayrıştırmak isteyenlerin açtığı, asit yaralarını işaret ediyor. Biz nasıl bedenimizdeki yaramıza koşuyorsak öyle davranalım ve Kaz Dağları’nın yarasına koşalım, diyoruz.

Kaz Dağlarının acılarını paylaşalım da merhametimiz yorgun düşme-sin. Toprağımda her çocuk doğduğunda, büyüyünce ona sermaya olsun diye ağaç ya da ağaçlar dikerler ve bu ağaç ya da ağaçlar senin kardeşin derlerdi: Kaz Dağlarının tüm ağaçları bizim kardeşlerimiz, kardeşleri-mizi boğazlatmayacağız, diyoruz.

Kendimizi, doğa tapımına taşıdığımızda, dağlar okunacak en büyük kitaptır: Bu kitap, dağların giysisi ağaçlardan, çiçeklerden, hayvanlar-dan ve böceklerden okunabilir ancak, diyoruz.

Bizleri kendi bitkisel zamanına çeken Kaz Dağları: -Ölülerle yaşayanlar arasında yaşan birliğini kuran benim, diye haykırıyor. Açılan yaralar yaşam birliğini bozmuş durumda: Neden mi? Çıkara kilitlenmiş ayık bilincimizin kuralları, doğal yasaları yerle bir etti ve vicdanlarımızın sesini kıstı da ondan, diyoruz.

Doğaya Sesleniş

-Aşk ile…

Ey doğa, sen; ışık-karanlık-değişim üçlüsünün çocuğusun. Seni oluşturan havaya, suya, toprağa ve ateşe, tek tek teşekkür ettik. Havayı, suyu ve toprağı kirletmeyeceğimize; ateşi, senin aklına uygun biçimde kullanacağımıza söz verdik.

Hiçliğinden doğmayı, ses olup yaşama taşınmayı, seni oluşturan varlıklar arasında denge kurmayı yükümlülük bildik. Öğretmenimiz doğa, doğa denilen kitabımız insanlık, bu kitabın okutulduğu okulumuz yaşamımız olsun istedik. Sen ve biz biriz, yalnızca kalp atışlarımız farklı, bunu anladık.

Ey doğa, sen bizim süt-annemizsin, bizleri karnında taşıdın; yaşam denen başyapıtımız, senin eserin. Kapitalizmin çıkarına bağlanan başımızın belası akıl, sana ne yaptı böyle: Ağaçların kökünden söküldü, süsünden yoksun kaldın, ağlayamıyorsun; dağların, tepelerin, vadilerin mezarlık kadar neşeli. Her yağmur olup yağmak istediğinde, yağamadığın için yaşarken, bir kere daha ölüyorsun.

Ey doğa sen bizim aşkımızsın; bu aşk yaşamımızdan çalınırsa, bizler yaşamadan ölürüz. Aşkımızı sürdürebilmek için çektiğimiz acı, dönü-şüm geçirir ve sanat olur. Biz biliyoruz: İnsanın tanıklığı hukuki bir kavramdır, doğanın tanıklığı ise sanatsal; hukuk yargılamazsa sanat yargılar.

Annemize, aşkımıza borcumuzu ödemek istiyoruz: Aracılığınla parçan durumundaki havaya, suya, toprağa ve ateşe iletilmek üzere bağrına, sıvı kurban olarak algıladığımız zeytinyağını serpiyor; borcumuzu ödüyor, sonsuz teşekkürler ediyoruz.

Durmayalım; kendimizi göreve çağıralım, günlerimizin başlangıcı, yaşamımızın sonu olmasın; Güneş, günlerimizi saymasın, yalnızca aydınlatsın; ışığımız-karanlığımız dilsiz kalmasın; ölüm, yaşamımızın öyküsünü yazsın.

Yarın yaşam, kendini dinlendirmek için akciğerlerimizden firar etti-ğinde, dilerim, geçmişin yığını değil de geleceğin olanağı oluruz; gelecek üzerimize çökmez, yakamıza yapışmaz; ölümümüz, bizlere teşekkür eder.

Doğa eyvallah!

Doğanın Seslenişi

-Aşk ile…

Ey insanoğlu, kuruttuğunuz akarsular, çöpünüzü attığınız denizler-göller, kestiğiniz-doğradığınız ormanlar, kimyasallarla zehirlediğiniz toprak, gen yapısıyla oynadığınız tohumlar, değiştirdiğiniz iklim ve kirlettiğiniz hava; -Bizim de hakkımız var! diye bağırıyor duymuyor musunuz?

Uzak geçmişte atalarınız, benim sesimi duyuyordu: Bağrımdan fışkıran su, toprağımda filiz veren ağaç, sularımdaki balık, ötesinde, gök-yüzünün parlaklığı, suların berraklığı, toprağın sıcaklığı, rüzgârın hareketliliği kutsaldı: Kutsal olana ihanet ettiğinizin farkında mısınız?

Yeraltını, yaşadığımız yeri ve gökyüzünü birleştiren ağaçlarım, benim tapınaklarımdır: Tapınaklarıma gelin, konuşun, dinlemeyi de becerir-seniz hakikati, yaşamın kadim yasalarını öğrenirsiniz. Onları dinle-mediğimiz sürece, sizden daha bilgedir benim ağaçlarım.

Beni oluşturan her varlığın soyunu sürdürme, işkence görmeme, barın-ma, sağlıklı bir ortamda yaşama hakkına sahip olduğunu hiçbir zaman unutmayın. Öyleyse soruyorum sizlere;

-Benimle kardeş gibi konuşmaya-kucaklaşmaya; söylediklerimi önce kendinize, sonra da çocuklarınıza anlatıp geleceğe taşıyacağınıza söz veriyor musunuz?

-Doğa eyvallah!

-Veriyor musunuz?

-Doğa eyvallah!

-Veriyor musunuz?

-Doğa eyvallah!

-Doğa eyvallah! Sözlerinizi delil kabul ediyorum ve saygı duruşumun mührünü çözüyorum. Sizleri aklıyorum. Haklarım için vereceğiniz kavga kutlu olsun diyorum. Eyvallah!

Manifesto

Kendi korkularımıza teslim olmamamızı haykıran, bir çağrıya ihtiya-cımız var: Bu sunumumuzu, bir çağrı kabul edin lütfen.

Unutmayalım baskının, zulmün dili, devletin dili olup çıktı: Bu nedenle devlet, kendi şiddetinden söz etmiyor. Ama biz biliyoruz ki tek gerçek şiddet, devletin şiddetidir.

Eziyetin dilini, devlete bırakamayız; kurban, mazlum biziz ve onun tanımını da ancak biz yapabiliriz.

Haydi öyleyse; bedenlerimize, düşüncelerimize ve dağlarımıza-sokak-larımıza-meydanlarımıza yönelik istilaya hayır! diyerek zor kullanalım; bu bizim, isyanımızın aleti-şiddeti olsun.

Alalım bu aleti elimize ve insan haklarını gözeten, insan haklarıyla yönetilen laik-demokratik bir cumhuriyet için haydi meydanlara-sokaklara-dağlara diye seslenelim birbirimize. Seslenelim de can güvenliğine kilitlenen özgürlük de özgürleşebilsin.

Sistemin bize biçtiği yazgı, önümüzde koşuyor: Bu yazgıyı yaratan her olay, gittiğimiz yönde, bildiğimiz bir duvarın arkasına saklanmış durumda. Biz, -Sobe! demeden önümüze atlayacak ve kamçılı bir zalim kalıbına dökülerek, yazgı denen atımızı acımasızca kırbaçlayacak ve yaşamın son durağına doğru sürecek.

Öyle değil mi? Önemsiz yaşamak meziyet olup çıkmadı mı? Bir yumruğa değmez yaşamlar, geçerlilik kazanmadı mı?

Tek tesellimiz, kederli bir duygusallıkla dışa vurduğumuz ve bozuk düzende doğruyu ihbar etme sanatı olarak algıladığımız gülüşümüz-halayımız; kimi kez bir ironi, kimi kez bir mizah.

Yazgımız sırdan arınmış geleceğe, bildik biçimde koşmasın artık: Yüzme bilmiyorsa okyanusun kıyısına, tırmanma bilmiyorsa dağın eteğine sürelim onu; o da yetmiyorsa, duvarla aramıza sıkıştıralım. Sürelim-sıkıştıralım da bizim için, acı sonuç neymiş öğrenelim.

Böylesi bir yazgı, teslim olmak için değil, başkaldırmak için vardır yargısının izinde, parçalayıp, bizi kurtuluşa taşıyacak biçimde yeniden kuralım, kuralım da umudumuz, bugüne güncellenmesin, güncellenip de düşlerimizi umutsuzluğa mahkûm etmesin, tam tersine geleceğimizi kuracak birer işçi olsun.

Öyle değil mi? Umut, bugünle ilgilenmez, o yarınla ilgilenir, yarınlarda gezinir: Günümüzle ilgilenen sıkıntıdır, acıdır. Bu sıkıntıyla acıyla ilgilenebilirsek eğer, umutsuzluğumuz gebe kalacak ve yarınlarımıza işçi olacak umudu doğuracaktır.

Bozuk düzende her dostluk, sisteme karşı yeni bir suç ortağı edinmektir: Bunu bilelim ve yeni suç ortakları edinelim

Aleviliğin-Bektaşiliğin Asimilasyonu Sempozyumu

Çağrı:

18-20 Ekim 2019 Duisburg-Almanya
Aleviliğin-Bektaşiliğin Asimilasyonu Sempozyumu

Alevitische Forschungs und Bildungsinstitut e.V.

(Alevi Araştırma ve Eğitim Enstitüsü)
http://www.alevi-enstitusu.de/

 

Aleviliğin-Bektaşiliğin Asimilasyonuna Karşı Bu Davet Bizim:

Amacımız:

Alevi Araştırma ve Eğitim Enstitüsü olarak, tüm boyutlarıyla Aleviliğin-Bektaşiliğin özgün öğretisini, Yo-lunu, Erkânını araştırıp doğru bilgileri toplumumuzla  paylaşmak ve onları aydınlatmaktır.  Biz, bu et-kinliğimizde Alevi-Bektaşiliği bir ahtapot gibi kuşatan “Asimilasyon”a  dikkat çekip, aydınlarımızı toplu-mumuzla buluşturmak istiyoruz. Asimilasyona  karşı birlikte mücadeleyi toplumumuzun tüm kesimleri-ne yayıp, özgün Alevi-Bektaşiliği yaşatmak istiyoruz.

Aleviliğin-Bektaşiliğin en önemli sorunlarından birisi “Asimilasyon”dur. Asimilasyon Ne Demektir?

En geniş anlamda bunun üzerinde duralım.

Asimilasyon Özümsenme ve Özümsemedir. Dönüşme ve  Dönüştürmedir.

Asimilasyon; çoğunluk veya erk sahibinin baskısıyla farklılık gösteren grupların, toplulukların, bunların kültür birikimleri ve kimliklerinin baskın yapı, baskın inanç  içinde eriyerek yok olmasıdır. Yasaklı, aykırı kültürleri kendi özünden  uzaklaştırarak, baskı ve zorbalıkla egemen öğreti ve sistem tarafından tama-men  kendine benzetilmesidir.

Asimilasyon; canlı bir varlığın yabancı varlıkları alarak kendi varlığına  dönüştürme eylemidir. Bir şeyi değiştirerek kendine benzetmeyi dile getirir.

Egemen bir topluluğun, yabancı bir topluluğu kendi içinde eritmesi ve kendine benzetmesidir.  Bir top-lumun kültürce ayrı bir topluma dönüşme sürecine özümlenme ve bir  toplumun kültürce ayrı bir toplu-mu kendi yapısına dönüştürme sürecine  özümleme denir. Felsefi bakımdan, genel olarak birbirinden ayrı şeyleri birbirine benzer ya da aynı kılan değiştirme işlemine özümleme denir.

Asimilasyon; aynı toprak üzerinde yaşayan, ama etnik bakımdan ayrı olan iki insan topluluğundan ege-men, baskın kültürü olanın ötekini kendi içinde eritmesi olayı ve sürecidir. Asimilasyon; eğemen bir topluluğun içide yaşayan başka toplulukları dil, din ve kültürlerini değiştirmek, dönüştürmek suretiyle kimliklerini yoketme ve kendi kimliklerini, kültürlerini zorla kabul ettirme hareketidir, eylemidir.

Gönüllü olarak insanların kimlik değiştirmeleri olağan ve doğaldır. Bu insanların tercihiyle ilgili bir du-rumdur, buna bir şey demiyoruz. Fakat, kendi rızası olmadan baskı ve zorbalıkla insanların inancını, dilini, kültürünü değiştirmek çağdışı, sinsi, acımasız ve çok korkutucudur. İşte Türkiye’de azınlıklar, yasaklı ve aykırı kültürler, Aleviler-Bektaşiler yüzyıllardır bu acımasızlığı, asimilasyonu yaşıyorlar. Bir taraftanasimile edilirken, diğer taraftan da katlediliyorlar. Bu insanların hem bedenleri ve  hem de öğre-tileri katlediliyor.
Türkiye’de yapıldığı gibi, Siyasal İslâmcı devletin egemen baskın innancı destekleyip; Aleviliği Bektaşi-liği asimile ederek kendi içinde eritmesi ve zorla İslâm’a benzetmesi Evrensel İnsan Hakları beyanna-mesine aykırıdır. Bu evren de herkesin dilini, inancını, kültürünü yaşama ve yaşatma hakkı vardır. Herkesin inancı, felsefi düşüncesi, kültürü kendine göre doğru, güzel ve hatta kutsaldır. Hiç kimsenin inancından ve düşüncesinden dolayı başka kimlikleri aşağılamaya,  karalamaya ve asimile etmeye hakkı ve hukuku yoktur.

Türkiye’de Asimilasyon Nasıl Gerçekleştiriliyor?

İki türlü asimile vardır. 1- Dış asimilasyon, 2- İç asimilasyon.

Alevi-Bektaşileri asimile etmek için her iki yol da kullanılıyor. Alevi köylerine Cemevi değil, zorla cami yaptırılıyor, Cami imamı atanıyor. Hemen her Alevi köyüne elektirik direklerine kablo çekilerek hoparlör bağlanıyor, merkezi sistemden Sünnileştirme yönünde yayın yapılarak Kablolu Asimilasyon Gerçekleş- tiriliyor. Köyün cami imamı, imamlığın yanısıra aynı zaman da (MİT)’e istihbarat hizmeti veriyor. Alevi köylerinde dede-talip ilişkisinin kesilmesi asimileyi kolaylaştırıyor. Türkiye’de milli eğitim sistemi tama- men ezbere eğitime ve Alevi-Bektaşilerin çocuklarının asimile edilmesine yöneliktir. Çocuklarımız başarısız kılınarak Kur’an kurslarına ve İmam Hatip Okullarına yönlendirilip yeryeştiriliyor, namaz

kılmaya, oruç tutmaya zorlanıyor.

Şehirlerde durum daha da vahimdir. Devlet eliyle sözde çakma Alevi dernekleri, vakıfları, Cemevleri, federasyonlar kurularak Alevi-Bektaşiler ve dedeleri, pirleri buralarda asimile edilerek; Yolundan, öz öğretisinden uzaklaştırılyor,  islâmlaştırılıyor. Değiştirilip dönüştürülen, maaşa bağlanan, sözde Alevi-Bektaşi pirleri, babaları Alevi toplumunun içine gönderilerek kendi insanları tarafından iç asimilasyon gerçekleştiriliyor. Yurtdışına Gri Pasaportlu dedeler gönderilerek Alevi Kültür Merkezlerinde ve Cem-evlerinde Alevi-Bektaşiler içten çökertilerek sünnileştiriliyor, islâmlaştırılıyor.
Devlet tarafından göstermelik Alevi Çalıştayları düzenleniyor. Bu çalıştaylarda Alevi toplumunun ve kurumlarının hassasiyetleri, zayıf noktaları, psikolojisi öğrenilerek, Alevileri asimile etmenin projeleri hazırlanıyor. Ramazan orucunda derğah yöneticileri, Ocak pirlari iftar sofralarında, lüks mekânlarda ağırlanarak, ballı haram lokma yediriliyor. Alevi-Bektaşiliği özgün öğretisinden, felsefesinden Uzak- laştırmak için her türlü sinsi yol ve yöntemlerle, devletin tüm olanakları kullanılarak Aleviler asimile ediliyor. Alevi-Bektaşi kurumlarına MİT elamanları sızdırılıyor, içerden devletle işbirliği yapabilecek Aleviler ayarlanıyor.

Alevi-Bektaşilik Ya Sünni’leştirilsin Ya da Şii’leştirilsin

Alevilik-Bektaşilik yasaklı kültür olarak, Türkiye’nin eğemen gücü-erki tarafından ve hemde İran mol-laları tarafından büyük bir potansiyel tehlike olarak görülüyor. İran kaynaklı, destekli Şii-Şia, 1980 fa-şist darbesinden beri Alevilerin asimile edilmelerine yönelik yoğun bir çalışma yürütüyor. Alevi-Bektaşi-liğin Dış Asimilasyonu, bir yandan Sünni İslâmın, diğer yandan Şii İslâmın kuşatması altındadır.Alevilik bir de bu Dış Asimilasyonun Alevi Kurumları (Alevi Kültür Merkezleri, Cemevleri, Alevi Vakıfları) içinde ki uzantıları ve işbirlikçileri tarafından İç Asimilasyona uğratılmaktadır.

İran yönetimi, Türkiye’yi yönetenlere “Ya siz Alevi-Bektaşileri sünni’leştirin, ya da biz Şii’leştirelim” diyor. Türkiye yöneticileri de aynı şeyleri söylüyor. Alevileri asimile etmek için sanki aralarında gizli bir antlaşma yapmışlar. Erki elinde bulunduran gerek Sünni İslâm ve gerekse Şii İslâm Molla kılıklı yöneti-ciler; sözde dedeleri kullanarak en sinsi biçimde Alevi-Bektaşileri asimile etme yönünde hızla ilerle-mektedir. Alevi dedelerine, taliplerine, Alevi yazarlarına, dernek ve vakıf yöneticilerine İran Şia’sı tara-fından burs verilerek Türkiye’den İran’ın Kum kentine götürülüp orada eğitilip Şii’leştirildikten sonra misyonerlik faaliyetleri için  Anadolu’ya gönderildiklerini her Alevi-Bektaşi aydını bilmektedir. İran Şia’sı

Asimilasyonun Ortadoğu’da ki etki alanını genişleterek, Mezopotamya’dan Anadolu’ya kadar Şii’liği ih-raç etmiştir. Dersim’den Çorum’a oradan Tekirdağ’a kadar yayılma ve kuşatma alanını genişletmiştir. Bu durum çok tehlikeli ve düşündürücüdür.

Biz “ İslâmın Özüyüz”diyerek Alevi-Bektaşileri yolundan, öz öğretisinden uzaklaştırıp başka yollara özendiren dedelere, pirlere, taliplere, analara, babalara aman Dikkat !!! Bunlara sakın itibar etmeyin.

İran Şia’sı Alevi Kültür Merkezlerimize, Cemevlerimize, Vakıflarımıza, federasyonlarımıza, konfede-rasyonlarımıza kadar içimize girmiş, Ehlibeyt adına, On İki İmamlar adına, Caferi’lik adına Cemevle-rimizde fetvalar vererek; Şii İslâm kurallarını Alevi değeriymiş gibi toplumumuza anlatarak Alevi-Bekta-şilerin kafalarını bulandırmaktadırlar. Aleviliği özgün öğretisinden uzaklaştırıp, içimizde Şii misyonerliği yapan bu Alevileri iyi tanıyıp toplumumuza şikâyet etmeliyiz.
Toplumumuza doğru, gerçek bilgileri vermeliyiz, canlarımızı Alevi-Bektaşilik ve Şii’lik-Caferilik arasına sıkışıp kalmaktan kurtarmalıyız.

İşte bu nedenle, Alevi-Bektaşi toplumumzun asimile edilişine dikkat çekmek ve bu yönde toplumumuzu uyarmak, aydınlatmak için, “Aleviliğin Asimilasyonu” sempozyumunu organize etmiş bulunuyoruz. Çok geç olmadan, gelen tehlikeyi  görüp toplumumuzu doğru bilgilendirerek, Sünni İslâm ve Şii İslâm’ın kıskacından, asimilasyon kuşatmasından kurtarmak bizlerin görevidir.
Alevi-Bektaşi olsun olmasın düşünce üreten akademisyenlerimizi, bilim insanlarımızı, aydınlarımızı, araştırmacı yazarlarımızı, kurumlarımızın yöneticilerini … insanlık dramına ve asimilasyona karşı durmak için bizimle birlikte dayanışmaya çağrıyoruz.

Kültürüne, kimliğine, Yoluna Erkanına sahip çıkan ve asimilasyona karşı mücadele eden, Cümle Canlarımıza Aşk İle.

#alevi#alevikültürmerkezi #alevikulturmerkezi #alevitische #alevitischegemeinde #AABF #alevienstitüsü #alevienstitusu#kızılbaş#Bektaşi#asimilasyon#BDAJ#Alevi Kadınlar#Yol Erkan#Semah#Nefes#Deyişler#

 

Alevi İnancında Hızır Gerçeği–Tacim Taşdan

ALEVİ İNANCINDA HIZIR GERÇEĞİ
Tacim Taşdan

Bu ay Hızır ayı, darda olanın darına, zorda olanın carına yetişiyor. Ayakta kalmamızın yaşamamızın yegane sebebi, osmanlının zulmüne dayanamayıp, deyim yerindeyse kuş uçmaz kervan geçmez, zulmün elinden sığındığımız dağ köylerinde, karda kışta, varlıkta yoklukta bize elini uzatan Hızır’ı unutmak mümkünmü, bunu sadece gören ve yaşayan canlar için ifade ediyorum, onlar çok iyi bilirler. Continue reading

Hace Bektaş’a Bağlanan Hümanizm–Esat Korkmaz

 

HACE BEKTAŞ’A BAĞLANAN HÜMANİZM
Esat Korkmaz

Hararet nardadır, sacda değildir,
Keramet hırkada, taçda değildir,
Her ne arar isen kendinde ara
Kudüs’te, Mekke’de, Hac’da değildir.
Hace Bektaş Veli

“Hümanizm”, insanı ve temel insansal değerleri her şeyin üstünde gören, insanlık sorunlarına akılcı çözümler bulmayı amaçlayan, insanın her yönden gelişmesini temel ilke edinen bir öğretidir. Bu öğreti, aydınlanmanın “altyapısını” oluşturur, bir bakıma aydınlanmayı “terbiye” eder. Dilimize “insancılık” olarak girmiştir. Continue reading

Alevilik Ne Demez?

Alevilik Ne Demez?
Hasan Harmancı
http://hasanharmanci.blogcu.com/alevilik-ne-demez/20264056

Alevilerle ilgili tanımlar gün geçmiyor ki değişmesin. Alevi toplumsal yapısı tarihsel, sosyal ve felsefi açılardan anlaşılmaya, kimlik sorunları da bu anlaşılmaya bağlı olarak daha gerçekçi bir yapıya bürünüyor. Böylesi bir yapılanma yaşanmasının nedeni, Alevilerin kendilerini tanımlama, anlatma sorunu ile karşı karşıya bırakılmasıdır. Continue reading

1 10 11 12