Monthly Archives: Temmuz 2020

Sonsuzluğun ve Sürekliliğin Piri Melek Tavus–Esat Korkmaz

SONSUZLUĞUN VE SÜREKLİLİĞİN PİRİ
(Pir-e Her u Her)
MELEK TAVUS (1)
Esat Korkmaz


Melek Tavus Ezidi geleneğinde ‘Pir-e Her u Her olarak algılanır; bu algı, ‘Sonsuzluğun ve Sürekliliğin Piri’ anlamına gelir. (2)

Türkiye’nin resmi hafızası vicdansız: Bu vicdana başkaldırıp toplumsal vicdanla buluştuğumuzda, yasaklı kültürlerle ilişkilerimiz olağanlaşacak, ortak geleceğimiz güvence altına alınacaktır.

Ezidiler, önsüz-sonsuz İyi’ye ve önsüz-sonsuz Kötü’ye, yani, tektanrıcı dinlerin metafizik Tanrı’sına ve Şeytan’ına karşı, doğa kadar iyi-doğa kadar kötü Melek Tavus’u tasarımlamakla diyalektik düşünmenin yolunu açtılar bize.

Üç ilke, Beş Farz, Üç Büyük Günah ile yaşama tutunan; ahret kardeşliğiyle acıları ve mutluluğu paylaşma temelli bir örgütlenmeye giden; kirvelikle kendilerini kuşatan düşmanlarıyla birlikte yaşama olanağını üreten ateşin sahibi Ezidileri ya da Kırmızı Ezid’in Kuzularını bir makaleyle selamlayalım, istedik.

Gizliliği ilke durumunda öne alan ve dışa kapalı yaşayan dünün Ezidileri bugün, kapılarını dünyaya açıyor, bizi tanıyın diyor. Açılan bu kapıdan girmek, felsefelerini, öğretilerini ve inançlarını öğrenmek, kendilerine yönelik olarak başlatılan ve beslenmeye çalışılan karalamalara karşı toplumsal bir sorgulamayı başlatmak zamanıdır gün. Unutmayalım: Bugünü sorgulayıp yarına taşınamazsak eğer şimdide ölürüz.

Melek Tavus, tektanrıcı dinlerin şeytanı değildir, Zerdüştlüğün önsüz-sonsuz kötüsü de değildir. Hem tektanrıcı dinlerin şeytanına hem de Zerdüştlüğün Ehrimen’ine bir başkaldırıdır. Tektanrıcı dinlerdeki Şeytan algısını öne alarak Ezidileri Şeytan’a tapanlar olarak suçlamak, cahilliğin dışa vurumudur. (3) Tektanrıcı dinler öncesi, diyalektik karşıtlığın zorunlu yanı olarak tasarımlanan ve öğretmen olarak algılanan Şeytan ile akrabalık kurarken tektanrıcı dinlerin Şeytanından, yani önsüz-sonsuz kötüden firar eder Melek Tavus; firar etmiştir Melek Tavus bağlısı Ezdiler. Melek Tavus’u, tektanrıcı dinlerin Şeytan’ına bir başkaldırı olarak algıladıkları için Ezidiler, -Biz öyle değiliz, anlamında tavırlarını nesnelleştirmek için Şeytan terimini kullanmazlar, ötesinde, Şeytan’ı çağrıştıran ya da Şeytandaki harfleri içeren sözcükleri kullanmaktan da sakınırlar. (4)

Mir’in feryadı bunun kanıtı durumundadır: “Yezidi teolojisinde karar verici bir rolü olan Melek Tavus, Müslüman komşularımız arasında büyük bir karmaşa yarattı ve oldukça vahim yanlış anlaşılmalara yol açtı… İnancımız üzerine yalnız bölük pörçük bilgilerle donanmış çok sayıda Kuran bilgini Melek Tavus ile hem İncil’de hem de kutsal Kuran’da sözü edilen Şeytan’ı, isyancı meleği aynı kefeye koydular. Bu yanlışı temel alarak bize ‘Şeytan’a tapanlar’ denildi ve böylece katliamların doğal adayı olduk. Kendi inanç deneyimleriyle başkalarının inançları arasında karşılaştırma yapma alışkanlığı esasında zararsızdır. Hatta bu tür karşılaştırmaların belirli ön koşullar altında yararlı olduğu kanıtlanmıştır. … Azda’nın kendi maddesinden yarattığı ilkti ve emirlerini dinleyen de ilk oydu. Ama Melek Tavus, gördüğümüz gibi önünde boyun eğmeye de karşı çıkmıştı. Salt otoriteye karşı sonsuz bir başkaldırının da kurucusuydu. Başkaldırma, mutlak ve ilginç bir güce karşı çıkılması yoluyla Azda’nın yerinin onaylanması, Melek Tavus aracılığıyla gerçek anlamını ve değerini kazanıyor. Ancak karşıtların bağlantısı bu değerler sistemini öne çıkarıyor; bu sistem olmasaydı varoluş boş ve bu nedenle de daha sert bir çelişki olacaktı. İnsan öldürme düşüncesiyle silahlanmıştır ve buna rağmen öldürmemesi için uyarılır. İnsan yaratıcısına itaat etmelidir ve buna rağmen ona Melek Tavus aracılığıyla başkaldırının yolu gösterilir…” (5)

İyilik Melek Tavus’un yapısında olduğuna göre Melek Tavus’tan bağımsız ve O’na egemen bir İyilik Tanrısı olamaz: Demek ki Azda (Xuda, Xudê, Xudawend, Êzdan vb) iptaldir, yetkisizdir; daha doğrusu, varoluş tasarımı gereği eyleme geçer geçmez, O’nun eylemli hali olarak Melek Tavus halini alır. Yapısındaki karşıtların kavgasından, her şey ortaya çıkar. Kötülük iyiliğin, iyilik kötülüğün yiyeceğidir artık; iyilikten kötü sonuçlar çıkabileceği gibi, kötülükten iyi sonuçlar da çıkabilir. “Ezidiler kendi başına var olan olumsuz ve baştan çıkarıcı bir kuvvet olduğunu kabul etmezler. Bir insanın hayatını da önceden belirlenmiş, mukadder bir şey olarak görmezler. Dolayısıyla bir Ezidinin kötü davranışı, onun bir kötü güç ya da kötü insan tarafından yolundan saptırıldığı şeklinde açıklanamaz…. Ezidilikte iyi ve kötü ilkeleri birbirinden koparılmamaktadır. Tamamen kötü ya da tamamen iyi insanlar ve davranışlar da yoktur. Her şey çok anlamlı ve çelişkilidir. Böyle olunca, kötü bir eylemden ortaya olumlu bir şey de çıkabilmektedir.” (6)

Melek Tavus, karanlık-aydınlık ya da gizil nesnellik-açık nesnellik biçimindeki varlıkların birliğinin toplamıdır. Zıtları yapısında taşıdığı için Melek Tavus, zâhirde, dünyanın-evrenin, ötesinde dünyanın-evrenin parçası-birimi anlamında herhangi bir varlık ya da gökcismidir. Bâtında ise dünyanın-evrenin ruhu-canıdır. Açık anlatımla zâhirde ışık, bâtında karanlıktır.
Doğal olarak Melek Tavus’un aklı-bilgisi, yani yasaları kendi bedeninden-kendi ruhundan-canından derlenecektir: Işığın ve karanlığın yasaları-ilkeleri olarak bilince-inanca taşınacaktır. Zâhiri algıda Melek Tavus, somuttur; her somut varlık gibi, ışık saçarak kendisini tüketir. Saçacak ışığı kalmadığında yok olmaz, dönüşüme uğrar; soyut duruma gelir, yani bâtınî anlamda karanlık olur. Öyleyse Melek Tavus, değişen-dönüşen, yani doğan doğuran doğanın kendisidir. Bu değişim-dönüşüm, yani doğum, önsüzden-sonsuza akar gider.

Ezidiye düşen yükümlülük Melek Tavus’un yapısında gerçekleşen zâhirden-bâtına (ışık saçarak kendini tüketen) ve bâtından-zâhire (karanlık saçarak kendini tüketen) dönüşümün eğilimlerini saptamak ve bunu bilince-inanca bağlamaktır. Bağlanma gerçekleştiğinde her Ezidi, kendine ilişkin bilgiden kendini kuran bilgiye; doğaya ilişkin bilgiden doğayı kuran bilgiye taşınır: Taşınır taşınmaz, hem gizil nesnelliğin, yani hiçliğin-karanlığın, hem de açık nesnelliğin, yani somutluğun-aydınlığın aklıyla buluşur. Çünkü akıl, karanlığın içindeki aydınlık ya da aydınlığın içindeki karanlıktır.

Diğer taraftan Melek Tavus, keyfi davranan bir tapım kimliği değildir: Varlığının eğilimlerine aykırı davranamaz; kendi yasaları dışına çıkamaz ancak yasaları içinde özgürdür. Melek Tavus’un buyruğu, kendi özü gereğidir. (7) Tanrı buyruğu gökten inmez; Melek Tavus’un yapısından dışına taşınır. Her varlığın, sonsuz seçenekte var olabilme olanağı, Melek Tavus’un yapısında gizil olarak vardır.

Başlangıç tasarımlarında, İblis ya da Şeytan, diyalektik karşıtlığın olumsuz yanı olarak kimliklendirildi. Bu olumsuzluk bugünkü anlamının ötesinde bir zorluğu, güçlüğü ya da acıyı, sıkıntıyı anlatıyordu. Aynı zamanda olumsuzluğun yapısında, edilgin durumda bir olumluluk vardı. Olumsuzluk ile olumluluğun zorunlu birlikteliği, varoluş için kesin koşuldu. Olumluluktan olumluluk üretmek ya da olumsuzluktan olumsuzluk üretmek yanlıştı: Olumsuzluktan olumluluk üretmek ya da olumluluktan olumsuzluk üretmek doğruydu.

Bu tür tasarımlarda İblis ya da Şeytan, onların emrinde olduğuna inanılan cinler vb. birer karşıtlıktı. Acı, sıkıntı, dert veren olumsuzluk, huzur veren olumluluğa göre daha akıllı olduğundan, karşıtın kimliklendirilmiş biçimi olarak algılanan İblis, Şeytan ya da onların denetimindeki cin vb. birer öğretmendi. Bu nedenle hayvan-tanrıcılıkta, çoktanrıcılıkta, doğa-tanrıcılıkta ve insan-tanrıcılıkta İblis’e ya da Şeytan’a-cinlere yönelik tapım, doğanın bütünündeki birliğe, bu birliği anlamaya yönelik bir tapımdı. Doğal olarak gerçekçi idi; bize taşınan İblis ya da Şeytan kimliğiyle ya da bunlara yönelik tapımla bir ilgisi yoktu. (8)

KAYNAKÇA

(1) Bu makale, Korkmaz, Esat; Ezidiler/ Melek Tavus’un Talihsiz Halkı/ Kırmızı Ezidin Kuzuları, Demos Yayınları, İstanbul- 2015, s, 81-89 arası
(2) Sever, Erol; Yezidilik ve Yezidiliğin Kökeni, Berfin Yayınları; Dördüncü Baskı, İstanbul- 2006; EK-I; Emir Muaviye bin İsmail el-Yezidi; Zerdüşt Bizimle Konuştu; Almanca aslından çeviren: Erol Sever; s, 132; Omerxalî, Xanna; Êzdiyatî/Cıvak Sembol Rîtûel-Wergera ji Ingilîzî: Ergîn Opengîn; Avesta Yayınları; İstanbul- 2007; s, 78-86 arası
(3) “Hem Ortadoğu’da hem de Batı’da Ezidiler büyük ölçüde ‘Şeytan’a tapanlar’ olarak algılanmıştır. Ezidiliği bu şekilde hatalı bir biçimde nitelemek Ezidiliğin yanlış anlaşılmasını derinden etkileyen faktörlerin en başında gelir.” (Kreyenbroek, Philip G.; Ezidilik/ Arka Planı, Dinî Âdetleri ve Metinsel Geleneği-Çev.: Amed Gökçen/Damla Tanal-; İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul- 2014; s, 3)
(4) “Öteki inançlar tarafından kötü bir tabir olarak kullanılan Şeytan kelimesini Yezidiler kullanmazlar ve bu kelimeyi başka birileri onların yanında kullanırsa…. Bir hakaret olarak sayarlar.” (Guest, John S.; Yezidilerin Tarihi/ Melekê Tawus ve Mıshefa Reş’in İzinde; Avesta; Üçüncü Baskı; İstanbul- 2012; s, 66)
(5) Sever, Erol; Yezidilik ve Yezidiliğin Kökeni; Berfin Yayınları; Dördüncü Baskı; İstanbul- 2006; EK-I; Emir Muaviye bin İsmail el-Yezidi; Zerdüşt Bizimle Konuştu; Almanca aslından çeviren: Erol Sever; s, 130-133 arası
(6) Yalkut, Sabiha Banu; Melek Tavus’un Halkı Ezidiler; Metis Yayınları; Dördüncü Baskı; İstanbul- 2014; s, 64-65
(7) Korkmaz, Esat; Şeyh Bedreddin ve Vâridât; Anahtar Kitaplar Yayınları; İstanbul- 2007; Sayfa: 101
(8) Korkmaz, Esat; Şeytan Tasarımı Terimleri Sözlüğü, Anahtar Kitaplar Yayınevi; İstanbul- 2006; s, 634-654 arası; Lerch, Wolfgang Günter; Bağdat’ta Ölüm Hallac-ı Mansur (Çeviren: Atilla Dirim); Yurt Kitap Yayın; 2000- Ankara; Roman; Sayfa: 160

Miracım Hak–Esat KORKMAZ

MİRACIM HAK/ “Miracım Hak” adlı bu mektup Nejat Birdoğan tarafından, 2 Temmuz l993’te Madımak can yakımında yitirdiğimiz Koray Kaya’nın ağzından, ölümünün 1.yıldönümünde annesine yazılmıştır.

Miracım Hak, menzil yeni,
“Oğul” diyen dillerdeyim.
Işıdı umut sabahı,
Bir güleç göz parıltısı
Şavkıdı, yırttı geceyi.
Anladım; dost kollardayım…

Biri can mumunu yaktı,
Eğildi, yarama baktı.
Tanıdım, Baba İshak’tı,
Yöneldim hak türküsüne
Gün kızılı, dağ çiçeği,
Su başları yollardayım.

Birisi yıkandı, yundu
Baş eğip samah soyundu.
Birisi, bir dolu sundu
Gelen oğulun aşkına
İçtim, kevser içeceği
Hoşca bir dem hallardayım.

Kan şerbeti ezilende,
Gül derisi yüzülende,
Gözünden bal süzülende
Nesimi’nin can meşhedi
Ölüm dost, buldu gerçeği,
Hırka kefen şallardayım.

Yunus olduk yane yane
Döndük pervane pervane.
“Mansur” olana perva ne?
Sallanır canan zülfünde,
Gül kokar ana pürçeği,
Kına, gümüş tellerdeyim.

Görünce o yangın demim,
Bedreddin çaldı merhemim,
Bir huzura erdi gemim,
Bu yiğitler deryasında
Parlar insan geleceği
Barış, yelken yellerdeyim.

Hak insanın niyazında,
Erenlerin düvazında,
Cevri Emi’min sazında
Sıcak türkü, dost tezene,
Aha, oğul öpüceği,
Yanak yanak ballardayım.

Toplukırım Değirmeni Topraklar–Hasan HARMANCI

Toplukırım Değirmeni Topraklar

Hasan Harmancı

 

Kendiliğinden katliamları bilir misiniz? Yaşadığımız ülkenin birçok katliamı böyledir. Eylem var ancak eylemi yaratan ruh ortalıkta devam eder, tehdit eder, yeniden katledeceğini vaazeder ancak eylemi gerçekleştiren kadem basmıştır. Bu ruhun yaptığı eylemler korkaklıkla, sıkıştırmalarla yapılır. Asla mertlikle, erdemlerle gerçekleşmez. Çünkü vur-kaç taktiği uygulayarak var olur ve göz önünde de olsa adalete teslim olacak bir kimse ya da delil bulunmaz. Budur işte bizim “kutsal sandık”da bulunup da gün yüzüne çıkmayan.

Öldüreni, katledeni, öldürdüğüyle övüneni, hayata acı verenleri müthiş merak ediyorum. Çok bilmek, görmek isterim böylesi gelip-gidip bizi katledeni. Bir de bu katliamı alkışlayanı ya da katliamcıyla aynı gömleği giyip de o büyük katletme ruhunu paylaşanı, savunanı. Sivas gibi bir katliamın ardında binlerce insan var, sözde top ile tüfek ile dağıtılamayan bir kitle. Bir de binlerce göz ve bu gözleri kör nice necis vicdan. Bu utanılası katliam ve benzerleri tek başına bir kötülük taşımaz. İçerisinde tiksinti derecesinde bir karanlık, suskunluk, irin taşıyor. Yaptığı katliamdan zerre sorumluluk duymayan bir kitle.

Sivas sokaklarında yüzlerce insanı ölümle tehdit eden, onlarcasını yakan, yaralayan devasa bir kitle ve ruhu var aramızda. Neredeyse her bir evinde katliamın sözcüsü, gözcüsü insan var. Kimi, niçin öldürdüğünü, yaktığını bilmeden kahraman katil kalmak da ilginç bir durum oluşturuyor. Düşünsenize bir öldürme eyleminden geriye kalan katil ve katillik durumuyla yüksünmeden, sorgulamadan onlarca yıl bir arada yaşıyorsunuz.

Sivas’ta, o dayanılmaz kavurucu sıcakta gölgeden başını çıkaramazken, binlercesiyle sokağa taşmış bir toplu katliamın sevincini anlayamazsak bu toprakların neye kadir olduğunu da anlayamayız. Sivas bir öldürme, ölme ruhunu bilinçaltında taşıyor. Üstelik bunu adalet duygusu ve vicdan ile sentezlemiş bir düşünceyle savunuyor. Savunuyor diyorum çünkü vicdanlar hiç kararmamış, içeriden bir tek yürekli ses, çığlık toplumun önüne çıkıp da öldürmenin analizini, faydalarını ve gerekçesini açıklamadı, açıklayamadı.

Bu toplukırıma toplu bir destek anlamına geliyor. Katledenler bu katliamın mahalli olan Sivas’ı bir kale, öldürme gerekçesini ise onur olarak görüyor. Bu büyük düşmanlaşmış ruhu bilememekten, hissedememekten hüsran mı duymalıyım?  Bu kadar büyük bir kitlenin öldürmeye karar vermesinin arkasındaki alçaklığı, “hakikati”, düşünceyi kim bilmek istemez. Hele ki çoluk çocuğunu Sivas ellerine teslim etmiş onlarca aile.

Sivas’ı anlamaktan aciz kalmakla kendimi suçlu hissediyorum. Vicdanım o katliam gününden beridir yaralı ve bir Allah’ın kulu çıkıp da hakikati anlatmaya cesaret edemiyor. Binlerce öldürmeye inanmış ruh ve sessizliğin hükmü. Buna şaşmamak mümkün mü?

Sivas Katliamı’nı bilen, gören, duyan hiç kimseyi hakikati anlattığında “dönek” görmeyeceğim. Sadece gerçeği, gerçeği öğrenmek benim derdim. Ey öldürme hakkını kullanan Katliamın hakimleri arzum övündüğünüz katliamdaki “adalet”inizin sonucunu, hükmünüzün bedelini  bilmektir. Binlercesi susmuş bir güruhun sessizliğe gark olmuş ya da utanmış sonsuz bir ruhu olmalı.

Bu katliamı yapanlar kendilerince toplumdaki kötülüğü yayan zındıkları, Kızılbaşları yakarak katlettiler. Bu ne önemli ve değerli bir övünç değil mi. Aynanın karşısındaki yüzü bilmek istiyor insan. Bir Temmuz günü pusuya yatmışçasına şehri ateşe vermek ve binlerce ses olarak “oteli ateşe verin, yakın yakın” diye haykırmak nasıl bir nefretin hakikatidir.

Böylesi bir katliama destek vermek sıradan insan psikolojisi ile değerlendirilemez.  Bu hala devam eden bir düşünme biçimidir, kendinden saymadığını öldürmeye gark olmaktır. Konuklarını öldürebilecek kadar yargısı gelişmiş olan bir toplumun suskunluğu önemli bir sorundur. Yaptığını yanlış bulsa özeleştiri yapar, doğru bulsa bu seferde savunur. Savunmasının kitabını yazar. Ancak öldürdüğü belli olan katil kahramanları bile, “oradan geçiyordum, olaylarla bir ilgim yoktu” cümlelerine, kaypaklığına sığınıyorsa bu sorgulanmalı. Bu öldürme hakkını kullanan, tehdit eden ve yargılamayı yapan, hüküm verip onaylayan gücün, kitlenin içindeki iradenin, kendinden menkul durumun gerekçesi nedir?

Bir katliamın anatomisini, belleğini oluşturan resmî belgelerin saçmalığını, belgesizliğini, sahteliğini ise anlatmaya bile gerek yok. Baştan belirtmiştik bu tür adi saldırıların, kalkışmaların belgesi en az hafızası kadar birdenbire kayba uğrar. Lal ile sır bir araya gelir ve ölüme mahkûm ettikleri, elleriyle öldürdükleri insanların ailelerine karşı basit bir özrü çok görürler.

Toplumsal barışın altına dinamit koymuş ve katliamı sevinç çığlıkları arasında gerçekleştirmiş binlerce insanın suskunluğu kabul edilesi değil. Günahtan, yani kötülükten kendisini, bizzat kendisi arındırmış bir toplumun ruhsal yolculuğu Doğu-Batı ekseninde iyi okunmalı. Günahlarının kefaretini öldürerek tamamlama, cenneti garantileme. Bu günahkarların tarihsel yolculuğu, stratejistliği L. Freedman’ın “Strateji”sini de aşan bir tarihsel oyundur. Tarihin en eski saldırganlık türü de kullanılmış olsa, bu bir savunmadır, cezalandırmadır ve kalp ile zihnin bir ve aynı çalışmasını gerektirir. Sivas’ta öldürme isteği bu nedenle bir bellektir.

Bu bir vicdandır aynı zamanda. Bu vicdanı geleceğe bırakmadan sormak istiyorum. Binlerce insan hangi vicdanla inancı, yargısı için öldürmeyi alkışladı ya da seyretti. Bu öldürme duygusu nasıl bir doğruluğun, bilincin sesidir. Bu öldürmeyle vicdanlar rahata erdi mi, amacına ulaştı mı? Bu, günün ortasında başlayan ve saatlerce süren öldürme seremonisini bir heves mi sayacağız. Mahkemede dahi öldürdüğü çocuğun anasına bakarken bir zikir havasında olmak nasıl bir duygudur?

Öldürdüğünüze dair bir tanıklığınız, ikinci bir benliğiniz, ses veren hiç mi yüreğiniz yok. Binlerce katille yaşamak nasıl bir şey. Bu katilliği, kıyamı vicdansızlığı besleyen imanın kaynağı nedir, nereden gelir?

Sivas Katliamı tür olarak bir ilk katliam değildir. Nice kez modellenmiş, denenmiş bir katliam türüdür. İnsanları evlerinde çoluk çocuk ayrımsız katletme, cezalandırma bir kötülük olarak insanlığın belleğindedir.

Yazık ki tükenmeyen bir katliamcı tarih, kötülük tarihinin içinde yaşıyoruz. Öyle ki Devlet dahi bu öldürmeden memnundur, bu tür öldürmeleri meşru hak sayar. İnsanın kendi öldürülüşünün gerekçesini bilmesi belki de ikna edilmeyi sağlar. Hakikati bilmek, öldürmenin salavatını bilmek öldürülenin huzursuzluğunu taşıyanın, vicdanı kanayanın da hakkıdır.

Öldürmeyi kutsal sayan bir adalet düzeninden bir beklenti olamayacağı için geriye katledene sormak kalıyor. Yargı yetti, vicdan da mı yetti, gitti. Tüm zorluklara karşın ortada küçümsense de bir mahkeme kurulduğuna göre adalet arayanlarda hep olacaklar.

Kırklar–Frederick William Hasluck

2. Kırklar (442)

BEKTAŞILİK TETKİKLERİ
Frederick William Hasluck
Milli Eğitim Basımevi 2. Baskı
S.86-92

Türk coğrafya terimlerinde bazı “yuvarlak” sayılar, düzenli olarak kişisel bir anlamda kullanılmaktadır. Bunlardan en önemlileri “sayısız” anlamında “bin bir” ile aynı tarzda “çok” anlamında “kırk”  kelimeleridir (443). Birincilere örnek, İstanbul’daki “Binbir Direk sarnıcı” ve Likaonya (güney Konya civan)daki “Binbir Kilise”dir. İkincisi için de Kırk geçit (Rumca Saranda poros) adındaki pekçok nehirlerle, “Kırkağaç” kasabası; “Kırkgöz” denilen kaynaklar, Kırkin, Kırk ev ve saire gibi bir çok örnekler verilebilir. Bu yukarıdaki çeşitlenmeyi kırk kelimesini çok anlamına aldığımız zaman kendi kendine anlaşılan isimlerle yan yana sadece “kırklar” (444) (Rumca saranda) (445) diye adlandırılan bazı yerlerde görüyoruz. Bunlar özellikle Pontus’ta (446) pek çoktur. Gerçi daha başka yerlerde de mevcuttur. Meselâ (Misya) Bursa mıntakalarında, ki burada “kırklar” isimli hiç olmazsa iki köy (447) ve karye (Saruhan taraflan) vardır. Burada da eski Lorima (448) yakınındaki kilisenin harabelerinin bulunduğu bu isimde bir yer vardır. Nihayet Knidos (449)’un doğusunda bir eskımezara bu isim verilmektedir. Aynı şekilde (Kırkdağ değil) “Kırklardağı” gibi öncekiler tarzında, kırk kişi ile ilgi arz eden isimlerde henüz tamamen meçhuldür. Bu “kırklar”ın açıklanması gerekir.

Biz burada özellikle Türkiye ve yakın doğudaki kırkları dikkate alacağız. Dînî ve din dışı bir çok hususlarda kırk sayısına (kırk gün ve saire) ve kırklar gurubuna (kırk kişi ve saire) adım başında

rastlıyoruz. Türk halk masallannda kahramanın düğün şenliği düzenli olarak kırk gün kırk gece sürer. Doğum (450), evlenme (451) ve ölümden (452) sonraki kırk gün, buhranlı devrelerdir ve 7 Teşrini sani ile 5 kanunu sani arasındaki kırk gün zarfında fena ruhlar, çok faal bulunurlar (453). Haramiler, cadılar cinler, periler kırk kişilik çeteler halinde dolaşırlar (454). Aynı savı sihir konulannda tekrar görünür (455).

 

Gerek Hıristiyan ve gerek Müslüman dîni folklöründe bu sayıya sürekli rastlanır. Hıristiyanların büyük perhizleri kırk gündür. Halveti dervişleri de aynı şekilde nafile oruç ve çillelerini, kırkar gün olmak yaparlar (456). Mevlevîlikte bin bir günden ibaret olan ilk dervişlik kırkar günlük devrelere bölünmüştür (457).

 

Peygamber’in kırk hadîsi (458) ilh. Vardır. Şahıslar sayısına gelince… Bunda da kırk cadı, kırk cin..ilh gibi dünyayla ilgili guruplara karşılık dînde kırk velîden meydana gelen sayısız guruplar buluyoruz. Hıristiyanlar tarafında bunların en önemlisi Sivas (459) Sebaste ‘deki Kırkşehid’lerdir. Bunlar daha on altıncı asırda (460) şehir çevresinde yeri gösterilen gölde ölümlerini bulmuşlardır. Bunlann şehitlikleriyle ilgili kaplıcalar, bugün de gösterilmekte olup (461) meşhur mezarları da Ermeni kabristanındadır (462).

Kırk ermişe ait daha başka guruplar Sînâ (463), Edime (464) ve Malatya (465) ile ilgilidir. Müslümaniar

tarafında da yeryüzündeki kırk ermiş (466), kırk abdallar (467), kırk kurban (468), Ayasofya’da görünen kırk azîz (469) Kudüs’teki Mescide’l-Aksâ’da yöreselleştirilmiş olan Kırk Şahid (470) Şam’daki Kırk Sahabeye (471), Dicle üzerinde bulunan Tıkrit’te (472) Remle (473) ve Boğaziçi’nde Horozköyü’ndeki (474) kırk velîye rast gelinir. Aynı şekilde yine Boğaziçi’nin Asya tarafında

Akbaba civarında kırk kadın evliya (kırk sultan) ziyaret edilip Kendilerine saygı gösterilmektedir

(475). Kırk evliya fikri Müslümanlar için yabancı olmadığından bunların, aynı adı taşıyan Hıristiyan tapınıcılarından uzak durmalarından çok, buralara yaklaşmaları pek tabiîdir.

 

Sina’daki kırk azizin Hıristiyan olduklan halde, mutaassıp Birinci Sultan Selim (476) tarafından özel bir hürmete mazhar olduklan ve Sivas’taki kırk evliya adına olup bunlann kalıntısının bulunduğu manastır ve kiliselerden hiç olmazsa biri kırklar tekkesi adıyla İslamiyete kabul edilmiştir. Pontus taraflarında Zile civarında, çok eski Sarin olan bir köyde yerleşmiş bu tapınak, gerek Hıristiyan ve gerek Müslüman hacılar tarafından ziyaret edilmektedir (477). Ancak 1571’de Türkler tarafından fethedilen ve halkı daima çoğunlukla Hıristiyan bulunan Kıbrıs’ta da bir Kırklar Tekkesi vardır. Lefkoşa (Nicosia) civarındaki bu tapınak da dışarıdan Müslüman olmakla beraber aynı şekilde gerek Hıristiyan ve gerek Müslümanlar tarafından ziyaret edilmektedir (478). Yukarıda zikredilen Müslüman kırklarından hiç olmazsa bazılarının buna benzer bir Hıristiyan geçmişleri olsa gerektir. Özellikle Tikrit, onuncu asra kadar (479) yakın bir zamanda büyük bir manastırı olan bir Hıristiyan merkeziydi. Remle’deki kırklar da Hıristiyanlar tarafından benimsenmektedir.

 

Türkiye’deki Kırk Kilisede de böyle bir gelişmenin izleri vardır. Şehrin adı, ilk bakışta sanılacağı gibi kuvvetle muhtemeldir ki Kırk kilise’den değil, belki de civardaki Edime şehriyle bağlantılı bir Kırk Azizler Kilisesi’nden doğmuştur. Bu varsayılan kilisenin adı ve yeri herhalde bugünkü ve dış görünüşüyle Müslüman (480) Kırklar Tekkesi olarak hatırada kalmıştır. Şehrin adının doğru ve imlası Kırk Kilise değil Kırk Kimse olduğu, çünkü şehrin, bir zamanlar adlarına küçük bir mescid veya duâgâhın hediye edildiği yerden bazı zatların yerleşme yeri olmak üzere kutsal tutulmakta olduğu hususundaki Türk söylentisi de anlamlıdır (481).

 

Kırk Kilise’nin doğrusu Kırklar Kilisesi ise daha başka benzer hallerin aynı tarzda yorumlanabileceği

açıktır. Özellikle Bergama civarında bir kasabanın ve Truva civarında (482) bir köyün adı olan Kırkağaç da sadece kırk ağaç veya kırklar ağacı şeklinde kutsal ağaçlar müslüman ve Hıristiyanlarca

pek bilinir ve Trakya limanlanndan biri olan Dedeağaç (Evliya ağacı)na böyle birisi ismini vermiştir (483). Adalya civarında Kırk Camii (Kırklar Camii) denilen köyün ismi de bu Kırklar Tekkesi sınıfına dahil olur (484). Burada, bildiğime göre hiçbir Hıristiyanın doru olduğunu bildirmesi, kırk azîz gurubunun her iki dînde de pek bilinmesine dayanarak pek güçtür. Üçüncü bir ihtimali de dikkate alabiliriz ki o da kırklarla ilgili yerlerin aslen hiçbir evliya ile ilişkisi olmayıp sadece haramiler, umacılar, cinler, periler ve benzeri dünyaya ait şekillerle bağlantılı olmasıdır. Kappadokya’da bulunan İncesu’daki kırk kırk cinlerle ilgili mağaralar gibi (485). Fiiliyatta belge olmadığına göre, çeşitli kırklara bakarak isim alan yerleri gerçek sahiplerine yakıştırmak çok kere imkansızdır. Hıristiyan Kırklar‘ı ye ziyaretgâhları diğerlerine göre batı gezginlerinin dikkatini çekmeye daha müsaittirler. Bazı hallerde, meselâ Pontus’taki Sarin’de, Hıristiyan şeceresi (soy kütüğü) ispat edilmiş sayılabilir. Başka yerlerde, meselâ Amasya ‘nın yukarısındaki Kırklar Dağı’ndaki Sivas mıntakasına dahil eski bir şehir farz edilebilir. Hacı Halife’nin zikrettiği Bolu civarındaki (486) Kırklar Dağı gibi daha başkalarında ise yakın denilebilecek mertebede kesin hiçbir bilgi elde edilemiyor. Genel esaslara dayanarak belki de Sivas çevresindeki Kırkları tercihan Hıristiyan sayabiliriz. Yıkık kiliseler gibi muhtemel dînî yerleri, özellikle Sivas’ın Kırklarının şehit oldukları yerler (487) bir göl olduğuna göre, göl kenarlarındaki yerleri Hıristiyan azizlerine yakıştırabiliriz. Diğer yandan mağaralar, fakat tamamen tekelleştirilerek dünya ilgili

şekillere yakıştırılabilir. Dağlar da her iki türk kırklar için uygundur. Fakat her bireysel özelliği doğrudan doğruya kendisinin şahitliğinden çıkarabiliriz.

 

Kırk azîze ait Hıristiyan hürmetinin kaynağı ve gelişmesine gelince… Kappadokya’daki Kayseriyye

civarında, bu gibi maddeler de halk geleneğinin ne kadar dalgalı olduğunu ibret verici bir şekilde gösteren bir örnek vardır. Burada pol Lucas’a (488) içlerinden bir kısmı, henüz çürümemiş bir çok kemikler bulunan bir yer altı tapınağı gösterilmiştir. Bu gizli tapınağın Hıristiyanlar tarafından bulunarak Kırk Bâkir Şehit’ler gurubuyla bağlantılı kılındığı anlaşılıyor. Burada ermişliğin kemiklerin korunmuş kalışından, geleneksel kırklar adedinin kemiklerin miktarından ve cinsiyetlerinin de herhangi bir, meselâ rüyâ gibi (489) bir takım şartlar altında çağrıştırdığını var sayabiliriz. Zamanımızda tapınak daha iyi bilinen birtakım gelenek ile bağlanmakta ve Sivas’taki Kırk (erkek) şehidlerin yortu günü burada da âyîn yapılmaktadır (490). Hıristiyanlar için. Kırklar’ın bulunduğu her yer bir tapınma merkezi olarak civardaki bölgelere dal budak salıverecekti. Bu yön, Sivas meselesinde görülmektedir. Gerçekten buradaki Kırk Aziz’in kalıntısı, geniş bir alanda yayılmıştır (491). Misya (Bursa) gurubu için (492) bu kırklar, Hıristiyan kaynaklı iseler de (493) şimdiye kadar bunlara bir merkez tayin edemiyoruz. Karya, Menteşe tarafları için şu aşağıdaki açıklama yapılabilir.

 

Grünemberg (1486)’in Hacname’sinden öğrendiğimize göre, Rodos’ta kırk değil yirmi lahd bulunan

bir kubbesi olan Kırk Şehitler kilisesi vardı. Bu husus her lahde iki aziz yakıştıran halkın dindarca inançlılığı için bir engel değildi. Bunların kalıntısı, var sayıldığına göre, Türkler tarafından denize atılmıştı (494). Karşı taraftaki karada oturan kırklar’ı da bu merkeze katmak gerekiyor. Lorima civarındaki Saranda denilen yerde buna ait bir rivayetle iki taraflı bir mabedin harabesi var (495). Knidos (496) civarındaki Hıristiyan kabri hakkında hiçbir rivayet nakledilmemiştir. Ona çağ haritacılarınca bizim teorimizle uyumlu bir bağlantı arzeden hiçbir “Saranda” (Kırklar) bilinmemektedir. Rum azîz yanında kullanılan zorlayıcı sebeplere vakıf olan bir kimse Türklerin kutsallık tanımaz hareketlerinden sonra bu sahillerde denize atılmış olan kemikleri Hıristiyan halkın ne büyük bir istekle Rodos’taki kırk azîz’le bağlantılı göstereceklerini düşünebiliriz.

 

Aynı zamanda Kırklar saygısı, böyle dağıtım merkezlerinden bağımsız da ortaya çıkabilir. Çesnola’ya Kıbrıs’ta Pyla burnunda bir miktar kemikler bulunan bir mağara gösterilmiş ve rehberi, bunların kırk azîze âit olduğunu ve birkaç sene evveline gelinceye kadar köylülerin, dokuz mart yıl dönümünde (Sivas kırklar’ı yortusunda) papaslarla gelip burasını ziyaret ettiklerini, fakat Kıbrıs Rum başpiskoposunun bu ziyaretlerin icrasını emrettiğini söylemiştir (497).

Bir Türk mıntakasında bulunan terkedilmiş bir Hıristiyan “kırklar” tapınağı, ya dünya ile ilişkilendirilerek

kırk cin ziyâretgâhı sayılır veya Sarin’de olduğu gibi Müslümanlaştırılır. Bu husus var sayılan işgalcilerin Türk halkına karşı ( kötü veya iyi niyetlli) bir tavır aldıklarına göre büyük ölçüde değişir (498). Fakat bu teorik düşünce daha aslında Müslüman olan bir Kırk Evliya türbe yeri veya daha aslında dünyayla ilgili olan Kırk Cinler söylentisi imkânını ortadan kaldırmaz.

—————————-
(442) B.SA, XIX, s.221-228.

(443) Kırktan aşağı sayılar içinde “beş” garip bir müstesna rakamdır. (Bakınız Walpole, Travels, 205 ve Arundell, Asia Minör, 1,75) Genellikle kesin sayısal kıymetlerini korurlar. Buna dayanarak “beş”in “birkaç”, “iki üç” anlamına geldiği anlaşılıyor. Kırk gözle tabii bir şekilde sayıyla bilinenden daha büyük bir miktarı takdir eden ve bin bir ise hiç sayılması imkanı olmayan bir adedi, üstü örtülü olarak ifade eder.

(444) Kırklar kelimesinin sonundaki çokluk eki, kelimenin sıfat değil isim olduğunu gösterir.

(445) Yer adı olarak kullanılan kırktan başka sayılar için bakınız: Konya Civannda, Huart, Konia, 126) Dokuz ki bunun tam adı dokuz Han Dervend (Dokuz Han Menzili” olduğunu, nasılsa biliyoruz. Ayaslog ile İzmir arasındaki Tryanda (…, Dukas, 193 b) Genellikle Romalılar Caddesi üzerindeki 30 değirmen taşının hâtırasını doğruladığı şeklinde yorumlanır. Fakat şurası da akılda tutulmalıdır ki aynı adda Rodos’ta da bir köy bulunduğu halde böyle bir îzâh, burası için mümkün değildir.

(446) B.C.H. 1909,27’de Greguvar, Mel. Fac. Orient (Beyrut), 1911, XXXVHl’deJerphanion.

(447) 1)Bergama civarında, 2) Balya’nm batısında (Philippson, Karte des W. Kleinasiens, Sonuncusu, eski bir yerdir ( Philippson, Reisen und Forschuııgen, 1,37).

(448) Chaviaras, … , XV.; 537 ve devamı.

(449) Halliday, Folklore, XXIII, 218

(450) Camoy ve Nikolaides, Trad. Pop. De l’Asie Mineure, 308-310.

(451) Aynı yer, 315.

(452) Avnı yer, 324.

(453) Aynı yer, 305.

(454) Mister Helidey’in lutfuyla haberdar olduğum Kunos’un Türkische Volksmarchen aus Adakale ait iki not (84,90) Kırkların, Türk folklöründeki bir ruhlar gurubu olmak üzere tanındığını, fazla aynntı vermeksizin kabul etmekle biraz ileri gidiyor.

(455) Bakınız, Abbott, Macedonian Folklore, 229 (Kırk Adımlar) Blum, People of Turkey, II, 257. (Kırk çocuğun yağından yapılmış mum); D’Ohsson, Tableau, 1,241 (Cenazeyi mezarlığa kadar taşımak kırk günahı affettirir); ve önceki eserler.

(456) D’Ohhson, Tableau, II, 308.

(457) Huart, Konia, 203.

(458) D’Herbelot, Arbain (Erba’în)maddesi: Kırk sayısının kullanımına eski Yunan âyinlerinde de rastlanır. Bu, Sami bir kaynaktan gelmiş görünüyor. (Archiw f. Religionsw, 1909,207). Nasıl ki aynı şeyi bugünkü Yunanistan ve Türkiye’de ve bir dereceye kadar Latin hıristiyanian da kabul etmiştir; Kırk günlük endülüjanslar Roma kilisesince pek bilinirdi.

(459) Synax, CP, Man, 9.

(460) Khitrovo, itin. Russes, 245.

(461) Cumont, Stud, Pont, 11,225. Gölün kenanndaki hamam, soğuktan donmuş şehitleri kendilerine getirmek için kızdırılmıştı. Burası genellikle Sivas kırklan tipinde tasvir edilmektedir.

(462) İzmirli Mösyö Ekisler tarafından Sivas’ın kırkları Ermeniler tarafından yüceltilmekte olup bunlarca Karason Manog (kilisenin) kırk çocuğu diye bilinir. Eynsvors’ün Sivas’ta ziyaret ettiği (Travels, II, 12) Kırklar Manastırı herhalde Ermeni idi. Batıda bunlar daha Roma’daki S. Maria Antiquae’deki eski resimler arasında görülmektedir. (B.S.R., Papers, 1,109).

(463) Baedeker, Syrien, 205; Agnes Levis, Horae Semiticae, III.

(464) Synax, CP. L Temmuz, 10 fakat Sivas’ın evliyası, diğer yerlerde olduğu gibi Edirne’de de 9 Martta kutsanılmaktadır (… 1 .32 VE DEVAMI). Özellikle Edirne mıntakasıyla ilgili olan Aynoroz’daki

Horopotamos Manastırı, aynı günde yortu yapmaktadır.

(465) Procopius (de Aed, 1,7) İstanbul’da kalıntısının bulunduğunu zikrediyor Synamon da 21 Temmuzda Midilli’deki üç aziz zikr edilmektedir. Fakat Malatya’da kırklar geleneği ve bunların kalıntılarının bulunduğu kilise halen mevcuttur. (Texier; Asie Mineure, II, 35). Türkiye ve Roma’daki kırk Hıristiyan azîzi için bakınız Delehave, Culte des Martyrs, 278,281, 319.

(466) D’Ohsson, Tableau, 1,104.

(467) Hammer-HIler. His. Emp. Ott., 1,156.

(468) J.P. Browıı, The Dervishes, 163.

(469) Evliya, Travels (Hammer Tercümesi), 11,60.

(470) Syrien, 60.

(471) Aynı yer, 317, Pocock, Descr. Of the East, II, 12.

(472) G.L.Bell, Amurath to Amurath, 217.

(473) Bedeker, Syrien, 13.

(474) Evliyâ, Travels, 12,73.

(475) F.W.H.

(476) Athos. P.Meyer, 63 ve devamı. Sultan Selim , mutaassıp Sünnî bir Müslüman idiyse de Hıristiyanlara karşı daha fazla (söylendiğine göre) Rum eşinin etkisiyle serbestlik tanıyıcıydı. Bakınız, özellikle Hist. Pol.(Cnısius,urcograecia, . . .;

(477) Gregoire, B.C.H. 1909,25 ve devamı ve Pont, Stud, III, 243) Aynı şekilde Mel. Fac Orient, 1911, XXXVIII.

(478) Hacken, Church in Cyprus 421; Lucach, Handbook of Cyprus (1913), 47.

(479) Le Strange, E. Chaliphate, 57; Sachau (Anı Euphrat und Tigris, 88), 47. Tikrit’teki kırklar gurubunu bir Hıristiyan temele bağlıyor.

(480) (F.W.H.). Kırklar tekkesi Mösyö Christodoulos tarafından … 245 zikredilmekte ve şehrin adının da bu tarzda türediği belirtilmektedir. Bugünkü kırk kilise şehri İstanbul, Şumnu ve Rusçuk arasında bir konak yeri olarak ortaya çıkmıştır.; Byranos zamanlarında buraya dair bir şey bilmiyoruz.

(481) ‘Walsh, Journey, 147; Frankland, Travels, 1,70’te bu kutsal adamlar, halk ermişi Santon diye vasıflanmaktadır.

(482) Tchihatcheff, Bosphore, 381.

(483) İstanbul’da Büyükdere civanndaki yedi kütüklü çınar ağacı “kırkağaç” (Byzantios, … II, 157) ve Kırk kardeşler adını taşımaktadır. Aynı şekilde Eyüp civannda Kırkserviler denilen bir yer olduğu anlaşılıyor (Hammer, Constantinople, I I 37, Prokesch, Denkwürdigkeiten, 1,43), şehir dahilinde de Kırkçeşme vardır. (Murray, constantinople, 52). Yapılacak yeni araştırmalar, bunlan gerek başkent ve gerek sair yerlerde saygı gösterilen Kırk şehitler ‘le ilgili kılınabilir (veya kılınamaz). (Ducange, Christiana. PC, IV, s. 134 ve devamı).

(484) B.SA, VII, 221: Burada câmiin tamlayan şekli kırk’ın isim olarak kullanıldığını göstermektedir. Kırk Camii, eski fakat kitabelerden anlaşıldığına göre Hıristiyanlık dışı bir yerdi.

(485) Karnva ve Nikolaidis, Trad. Pop., 557.

(486) Vivien de S.Manin, Asie Mineure’nin (Arman Tercümesi), II, 718.

(487) Beyşehir Gölü, herhalde buna dayanarak ortaçağlarda bu kırk şehit adına işaretlenmiştir.

(488) Voyage en Grece (Amsterdam, 1714), 1,139.

(489) Galiba bunun Kayseriyye’deki halkın önemli unsuru olan Ermenilere atfedilmesi gerek. Rikolt’un

İçmiyazin Lejand’ı hakkında verdiği bilgi (Greek and Aımenian Church, 398 ve devamı) Ermenistan’a giden 70 kız misyonerden söz eder. Bunlardan kırkı yolda ölmüş. (Tavernier, Six Voyages, I, III; Toumefort, XIX. Mektup; Tchanich, Hist, Of Aımenia, 1,161,

(490) Gine Asie Mineure, 1,310; Murray, Asia Minör, 51; Benardaki’nin Echos d’Orient, XI (1908), 25’teki bildirileri kız evliya geleneğinin halen varlığını gösterir: “Burada dimdik bir kayanın üstüne oyulmuş bir çok haç görülüyor. Bölge, Hıristiyan takibatı zamanında kırk genç kızın, karşıdaki kayanın kovuklanna saklanıp burada öldüklerini rivayet ediyor. Hıristiyanlar Sivas’taki kırk şehitler günü, burasım ziyarete gelirler.”

(491) Delahaye; Le Culte des Martyrs, Delahaye, 73.

(492) Yani yukanda (s.90) zikredilen iki Kırklarla, herhalde s.86’daki iki Kırkağaç.

(493) İtalyan deniz haritalarında Lectum civarında Aya Saranda denilen bir sahil köyü kayıtlı olduğu hususu bu kabule az çok bir temel olmaktadır. (Ak. Tomaschek, Wıen, Sitzber, CXXIV, VUI, IV).

(494) Goldfriedrich baskısı, 52: Bunun üzerine deniz kenarında oturan ve Kırk Şehitler denilen bir kiliseye doğru atlandık. Orada derin bir kuvve içinde daha yirmi lahit vardı. Buradaki azizlerse hep çift çift yatıyordu. Yaklaşık bir çok sene önce Türkler buraya gelmiş, mezarları kırık açmış ve kıymetli ermişlerin kemiklerini denize atmışlar. Oyma ve boyalı resimleri kırıp veya süngülerle delmişlerdir.”

(495) … , XIV, 537 ve devamı.

(496) Folklore, XXIII, 28.

(497) Cvpnıs, 183

(498) Meselâ bağımsız Yunanistan’da, Pylos’ta Delikli Baba denilen Türk “dede”si, aslında bir Hıristiyan azizi olarak kabul ediliyor. Halbuki Nauplia’da bunun adaşı Rum-Türk folklöründe müşterek olan (Polites, … 209,246) muhafız arap’ın özelleştirilmiş bir şekli oluyor. Her türlü ihtimale göre, her iki aziz de Türkler tarafindan insanileştirilmiş Delikli Taş yani mağara tapınaklanydı. Bunlardan biri, ötekinin aksine şüphesiz ki faydalı sonuçlarla Hıristiyan ziyaretçiler tarafından da ziyaret edilmekteydi.