ALEVİLİKTE ÖRGÜTSEL YENİDEN YAPILANMA–Esat KORKMAZ

Alevilikte örgütlenme dendiğinde Yol örgütlenmesi, demokratik kitle örgütlenmesi, siyasal örgütlenme ve aydın örgütlenmesi akla gelmelidir.

Gelenek Örgütlenmesi: Gelenek örgütlenmesi bağlamında, gerçek yaşamın gereksinimlerini karşılamaya yönelik olan ve yüz-yüze ilişkilere, doğrudan demokrasiye dayanan gelenek örgütlenmeleri (topluluk örgütlenmeleri), kan-soy bağı toplulukları olarak yapılanır.

Ancak çağdaş toplum, çıplak ideolojilerin yönlendirdiği sınıf çıkarlarına dayalı bir toplumsal sistemi yerleştirince; gelenek örgütlenmelerinin varlık nedeni olan yüz-yüze ilişkiler, kan-soy bağları ve inanç dayanışması önemli ölçüde çözüldü ya da örselendi.

Aleviler, uzak geçmişlerinden yakın geçmişlerine, Anadolu’nun kırında ve Sünni kuşatma altında; inanç-kültür karışımı bir yaşama biçimi sergilediler. Bu yaşama biçimi içe kapanık, kendine yeten, kendi koyduğu kurallarla kendini yöneten, bağdaşık yapılı köy birimleri biçimindeydi. Sünni çoğunluğun baskısı nedeniyle inanç-kültür ortaklığına karşın bu köy birimleri, genelde, Sünni dünya dışında birbirlerine karşı da yalıtılmış durumdaydı. Sonraları Sünni kuşatmanın zayıf halkalarını parçalayarak, topluluk kapsamında genel bir örgütlenmeye gittiler. Halkın sınıfsal çıkarlarını korumak için bâtın kanalda, bir isyan ideolojisi oluşturdular.

Alevi topluluk örgütlenmesinin, toplumda benzer örgütlenmelere yönelen kesimlere göre çok önemli bir ayrıcalığı vardı. Ortaçağ koşullarında temel üretim aracı topraktı ve toprağa bağlı üretim belirleyici idi. Alevi topluluk örgütlenmesi, Anadolu’nun toprak-otlak insanını, giderek kentlerin zanaat insanını örgütlemişti. Bu kapsamda ve toplumsal düzeyde, Alevi-Sünni ayrımının da ötesinde, Anadolu’nun üretici-yaratıcı insanının gerçek gereksinimlerini dile getiriyordu; ekonomik-demokratik ve siyasal istemlerine yanıt veriyordu. Bu nedenle siyasal olarak öne çıkıp merkezi otoriteye başkaldırdıklarında, toplumda büyük sarsıntılar ve altüstlükler yaratabildiler. Yalnız Alevi kitlenin değil Sünni, Rum, Ermeni vb. halkın da devrimci tarihi ve kültürel kaynağı olabildiler.

Bugün sermayenin egemen olduğu, sınıfsal çıkara dayalı bir toplumsal düzeni yaşıyoruz. Artık, geleneksellik zemininden beslenen topluluk örgütlenmeleri, ne denli sağlıklı yapılanırsa yapılansın, Alevi topluluğu dışında toplumun tüm ezilen kesimlerini kucaklayacak bir örgüt durumuna gelemez; bu dönem kapanmıştır. Dünün Ortaçağ’ında ve feodal bir yapı altında, Anadolu halkının memnuniyetsizliğini kucaklayan Alevi topluluk örgütlenmeleri, bugünün Türkiye’sinde ve kapitalist bir toplumda aynı işlevi yerine getirmekten acizdir.

Boşluğu kapatabilmek için demokratik kitle örgütü kapsamında toplum örgütlenmeleri yarattık. Alevi bilincini/inancını dünden bugüne taşıyan, bugünden yarına taşıyacak olan gelenek örgütünü çağdaş toplumun karnında canlandırmak-geliştirmek durumundayız. Yazılı kültüre yatkın, sözel kültüre alıştırılacak olan çağdaş örgüt belleği; sözel kültüre yatkın, yazılı kültüre alıştırılacak olan gelenek örgüt belleği yaratmak, Alevilerin olmazsa olmaz koşuludur.
Peki: Ne yapacağız? Nasıl örgütleneceğiz?

Geleneksel topluluk örgütlenmelerini, tümüyle anlamsız mı bulacağız? Ya da çağdaş toplum örgütlenmesine gitmekten vaz mı geçeceğiz?

Birini anlamlı bulup diğerini yadsımayacağız; her iki örgütlenme tipini birlikte yaratacağız ya da canlandıracağız. Çünkü Alevi topluluk örgütlenmesi, geçmişte oynadığı, çalışanların toplumsal çıkarına dayalı bir kavgayı yaşama geçirme görevini bugün yaşama geçirecek örgüt yeteneğinden yoksun duruma gelmiştir. Ortaya çıkan açığı kapatabilmek, bir bütün olarak Alevilerin tarihsel açıdan oynadığı işlevle örtüşebilmek için temsili demokrasi temelli çağdaş toplum örgütlenmesine gitmek, yani demokratik kitle örgütlerimizi yaratmak zorundayız. Ama diğer taraftan biliyoruz ki temsili demokrasi temelli toplum örgütlenmeleri, yüz-yüze ilişkileri, doğrudan demokrasi temelli değerleri ve inanç öğelerini taşımakta yeteneksizlik gösterir. Demek ki gelenek örgütlenmesini de yaratacağız ya da yaşatacağız.
Ama nasıl?

Soruyu yanıtlamadan önce, mevcut duruma bir bakalım: Alevilikte iki aşamalı bir kast sistemi var: Bir tarafta, kutsal kanın taşıyıcıları olan seçilmişler (dedeler-çelebiler), diğer tarafta ise seçilmişlere muhtaç seçilmemişler (talipler-müritler) konumlanmış durumda.

Bu örgütlenme hem bireyi hem toplumu hem de inancı kucaklar; doğal olarak bu örgütlenme tarihsel sürecinde, seçilmişlerin belirleyici olduğu ve haklarının kan güvencesine kavuşturulduğu bir ruhbanlığın yapılanmasına neden olmuştur. Seçilmişlerle seçilmemişler arasında geçiş olanaksızdır ve bu doğuştan gelen bir yazgıdır. Yapılanan kast sistemi kan bağıyla sonraki kuşaklara aktarılmaktadır. Kast sistemi gereği, topluluğa mensup her Alevi, doğduğu andan itibaren inançsal ve kültürel açıdan belirli sorumlulukları vardır ve bu sorumlulukları yerine getirmek durumundadır.

Ocaklı geleneğin ilk örgütlenme aşamasında, bilgi kandan özgür idi: Bilgi henüz kanı keşfetmemişti; sözel kültürün eğitim kanalları yaşama taşınarak bilgi üretiliyordu. Bu nedenle felsefeden, öğretiden bağımsız bir inanç örgütlenmesine gidilmedi; neden anlamında belirleyici duruma yükselen seçilmişleri (ruhbanları/ dedeleri-çelebileri), daha doğrusu seçilmişlerin kanını kucaklayan bir inanç örgütlenmesi yoktu, olamazdı da tam tersine, ruhbanlıktan (kandan) özgür, ayrım yapmadan Yol insanını, yani Yol insanının bilgisini kucaklayan, Yol-Erkân örgütlenmesi vardı. Bu aşamada ocak örgütlenmesi hem bir mücadele örgütü hem de bir okuldu; doğal olarak, birey-toplum bilincinin taşıyıcısı bir toplum-topluluk örgütlenmesi idi.

Sonraları bilgi-kan özdeşliğine taşınıldığı için, kan kutsallığı, Aleviliğin en büyük tehlikesi olup çıktı. Ocakların ilk oluşum aşamasında, kan bilgi taşımıyordu; kan, dışarıya karşı soy saflığını koruyan bir araçtı, ötesinde örgütlenme temeliydi. Yol bilgisi, sözel kültürün eğitim kanallarının işlevli olmasıyla elde edilen bir kazanım idi. Sözel kültürün kitabı hafıza idi ve hafıza kayıtları ezberlenerek yeni kuşaklara aktarılıyordu. Aktarılan bilgi, ritüellerle içselleştirilip taşınıyordu. Söylenceler ve mitsel anlatımlar, bu eğitimi destekliyor idi; doğal olarak, kan-bilgi ilişkisi yoktu.

Soy olgusu, iki biçimde algılanmak gerekir: Birincisi, nesnel(bilimsel) soy zinciridir. Uzak uzak atadan kan izlenerek oluşturulan soy zinciridir. İkincisi ise gönül soy zinciridir; İslam’ın muhalefet hareketi geriye izlenerek taşınılan başlangıçtan başlayarak gönül bilgisini taşıdığına inanılan kimliklerin, arka arkaya sıralanmasıyla oluşur. Yol inancında bu gönül soy zinciri, altın zincir olarak algılanır. Tasarımın mantığından da anlaşılacağı gibi bu soy zincirinin kanla bir ilgisi yoktur. Ne var ki Alevi Ocaklı geleneğinde, nesnel soy zinciri silindiği için, gönül soy zinciri, kan belirleyici nesnel soy zincirinin yerine geçmekte ve ciddi bir bilgi kirlenmesine yol açmaktadır. Bu bağlamda, Evladı Resul, kan evladı değil, gönül evladı ya da yol evladı olarak algılanmak durumundadır.

Yaşanan yabancılaşmaya koşut, tarih, kutsalın tekrara dayanan diyalektiğine kilitlendi, tekrarın mantığı mührünü vurunca tarih, baştan yazıldı ve bitti: Bu nedenle, baştan yazılıp bitmiş bu tarih, sürekli tekrarlanmaya başladı; yerinde sayma ilerleme olarak algılandı, tarih bilinci üretilemedi, böylece bu tarih geleceği üretmekten muaf oldu.

Derler ya tarihin sonucu başlangıcında yazılıdır, diye: Zaman geriye dönüşümsüz olduğu için, tarih de geriye dönüşümsüz duruma dönüştü. Bu gerçek bugün için Alevi tarihine uymuyor: Zaman dışında, yalnızca geriye dönüşümlü olarak kurgulanan bu tarih, başlangıç ile sabitlenen şimdi arasında git-gele indirgenmiş durumda; gelecek olana değil, geçmişe öykünen bir tarih. Gelecekten muaf tarih, Alevilere selamet getirmeyecektir bunu bilelim; çünkü bu tarih, Alevilerin kendileri tarafından kendileri aleyhine yapılandırdıkları bir tarihtir ya da kendileri tarafından kendilerine kurulan bir tuzaktır.

Geleceği üretmekten aciz kolektif algı, kanı bilgiyle ilişki içine sokarak tekrara kilitlenen bu tarihi, bu tarih içinde kendini güvenceye almak eğilimine girdi. Söylencesel anlatım, bu anlayışı kutsayacak biçimde içerik kazandı. Şimdi bu içeriği, geleneksel söylencesel kayıtları da dikkate alarak yorumlamaya çalışalım:
Allah, bâtından görünüşe nur biçiminde taşındı. Nur hem Allah hem de Allah’ın bilgisi idi. Allah’ın nurundan, yani bilgisinden ilk nasiplenen Ehlibeyt oldu: Bu nedenle Ehlibeyt, varlıkların tümünden daha kutsaldır.

Aslında Allah nuru(bilgisi), iki parçadan oluşmaktadır; nübüvvet nuru (bilgisi) ve velâyet nuru (bilgisi). Bâtında, nübüvvet nuru (bilgisi) Muhammet olanağı, velâyet nuru (bilgisi) Ali olanağı durumundadır; dolayısıyla birlikte düşünüldüğünde bu nur (bilgi), Muhammet-Ali nuru(bilgisi) adını alır; inanca göre kudret kandilinde balkıyıp duran işte bu nurdur (bilgidir); bu nur (bilgi), yabancılaşmayı onaylayan söylencenin kaynak metaforudur.

Muhammet-Ali dünyaya gelinceye değin, bu nur (bilgi), peygamberler aracılığıyla taşındı. Abdülmuttalip’e kadar bu nur (bilgi), tek bir bütün olarak geldi: Daha sonra ikiye ayrıldı, nübüvvet nuru (bilgisi) Abdullah’a, velâyet nuru (bilgisi) Ebu Talib’e geçti; izleyen süreçte, parçalardan nübüvvet nuru (bilgisi) Muhammed’de, velâyet nuru (bilgisi) Ali’de kemalini buldu.

Ali ile Fatma evlenince bu iki nur (bilgi) parçası tekrar birleşti ve sırasıyla bir imamdan diğerine aktarıldı. 12. İmam’ın gaibe çekilmesiyle Ehlibeyt nurunun (bilgisinin), insanlarda temsil ve tecellisi son bulmuş oldu.

Böylece Allah bilgisi, kanın parçası durumuna geldi ve genlere taşındı; bu bilgiye hiçbir biçimde yeni bir bilgi eklenemeyecekti; açıktır ki bilgi, eğitim ve öğrenme yoluyla kazanılamayacaktı. Seçilmişlerin yani dedelerin-çelebilerin eğitime ihtiyaçları yoktu.

Yabancılaşma bu boyutuyla içselleştirildiğinde bugün Alevilik, eğitim ve akıl düşmanıdır; çünkü Yol’un bilgisi, yani felsefesi, öğretisi ve inancı genetik yoldan taşınmaktadır.
Yabancılaşma koşutunda ocaklı gelenek, okul olma durumundan uzaklaşmış, kast sistemi temelinde, eğitime düşmanlıkla belirgin bir inanç örgütlenmesine dönüşmüştür. Bu yapı tersine dönüştürülemezse eğer, ocaklı geleneğin taşıyıcısı ocakzadeler, Aleviliği altın tepside şeriatçı inanca teslim edeceklerdir bu kesin.

Bu olumsuz dönüşüme taşınan gelenek örgütlenmesini, bilgi temelli bir okul durumuna dönüştürmek artık olanaksız: Bu nedenle bu yapıdan bağımsız, kan kutsallığından özgür, kast sistemini yadsıyan Yol-Erkân Okulları kurmaktan başka seçenek yok.

Bu okullar, dikey bir örgütlenme değil, yatay bir örgütlenme olacaktır. Sınırları ve ilkeleri belirtildikten sonra çağdaş örgütlenmenin çatısı altında, doğrudan demokrasi temelli birimler olarak yaşatılabilir.
Adı üstünde okul olduğu için hem dedelik-analık-babalık ve 12 hizmet eğitimi hem kadro eğitimi hem de kitle eğitimi verilebilir. Yol-Erkân okullarında ders verecek rehberler (aydınlar-yazarlar-sanatçılar), konusunda üretimde bulunmuş olmalıdır. Bu eğitim yapısının belge verdiği kimlikler, Yol hizmetlerini yürütmeye başladıklarında, kast ve kan bağlıları, yavaş yavaş dolaşımdan çekileceklerdir.
Doğal olarak, Alevilik kendine özgü bir inançtır algısının araladığı kapıdan girilerek, inanç komisyonları ya da dedeler kurulu vb. adlarda örgütlenen ve Alevi çağdaş örgütlenmesini teslim alan örgütlenmelerden zaman yitirilmeden vazgeçilmelidir.

Aydın Örgütlenmesi-Bilimsel Örgütlenme: Peygamberli bir kültür değil, okullu bir gelenek olan Alevilikte, aydın örgütlenmesi de yeniden yapılandırılmalıdır. Aydınlar, örgütlerimizde, yönetim Kurulu kararlarına göre çalışan memurlar olmaktan çıkarılmalıdır. Tümüyle özgür bir zeminde, anlaşabilen aydın arkadaşlar bir araya gelmeli ve Düşünce İşlikleri oluşturmalıdır. İşliklerde üretilen düşünceler, örnek uygulamalara bağlanarak örgüt yönetimlerine sunulmalıdır. Ya da bu örgütlenme içeriği, özerk bir zeminde, enstitü, akademi vb. adlar altında kurumlaşmalıdır.

Unutmayalım Alevilik bir bilme kültürü değil, değiştirme kültürüdür. Değiştirme kültürleri, erkânlarla içselleştirilip taşınır. Aydınlar, oluşturdukları Düşünce İşlikleri ya da yarattıkları bilim örgütleri aracılığıyla alanlardan topladıkları değerleri erkân donuna dökerek rehberlik görevlerini yerine getireceklerdir.

Demokratik Kitle Örgütleri: Bu alanda da ciddi yanlışlar yapıldı: Yapıları, doğrudan demokrasi temelli olmayan, yüz yüze ilişkileri, inanç değerlerini taşımakta yeteneksizlik gösteren dernek ya da şirketsi vakıflarla gelenek örgütlerinin canlandırılması yoluna gidildi; bu tip örgütler, Yol-Erkân Okul örgütlerinin yerini dolduramaz; yine bu tip örgütlerle Alevilik yönetilemez.

Doğal olarak kan uyuşmazlığı yaşadılar, yaşayacaklar da. Üstelik şimdi, dernekler ve şirketsi vakıflarla canlandırılan gelenek örgütleri, federasyonlaştılar bile. Bu süreç, gelenek örgütlerini yabancısı oldukları bir alana sürerek ya da o alanı kendi içlerine çekmeye çalışarak önü zor alınır bir örgüt yozlaşması yaratacaktır. Yozlaşan örgüt, taşıdığı bilinci/inancı da yozlaştırır; bunu hiçbir zaman unutmayalım. Ve bu tip örgütlenmelerden sakınılmalıdır.

Bu durumda, Alevi demokratik kitle örgütlenmesi dikey yapılanmak zorundadır ve Alevi Yol Kültür Merkezleri adıyla yaşama taşınması uygun olacaktır: Dikey örgütlenmede her örgüt biriminin ötesinde çatı örgütlerin, bir toplum örgütlenmesi olduğunun bilincinde olmalıyız. Bu örgütler, her şeyden önce, Alevi kesimin ağırlıkla içinde yer aldığı halk yığınlarının çıkarını-yararını savunmalıdır. Özelde Alevilerin, genelde halkın çıkarına yönelik düşüncelerin uzlaşmasının, bu kapsamda bireyden kaynaklanan davranışların demokratik olarak kullanıldığı bir süreci temel almalıdır. Tıpkı geçmişte olduğu gibi, Alevi topluluk örgütlenmesinin/yol örgütlenmesinin özel konumu nedeniyle oynadığı toplumsal rolde olduğu gibi, yalnızca Alevilerin değil, çıkarları bir ve aynı olan diğer halk kesimlerinin demokratik istemlerini kucaklamalı, demokrasi ve laiklik mücadelesine omuz vermeli, gerektiğinde bu mücadelenin öznesi olabilmelidir. Zaman zaman ya da sürekli, toplumun diğer kesimlerinde kurulmuş olan toplum örgütleriyle birlik ve dayanışmaya gidebilmelidir. Halkın siyasal mücadelesini eğitmeli, doğru siyasal oluşumlar yaratmasına katkı yapmalıdır.

Sonuç: Ancak bunlar gerçekleştirilebilirse Anadolu Alevilerinin bu ülke tarihinde ve toplumsal mücadelelerinde oynadıkları onurlu rolle buluşulabilir. Ancak o zaman, Aleviler, kendilerini yaratan toplumsal temele seslenebilirler; bu temelden kaynaklanan memnuniyetsizlikle beslenebilirler, sürekli canlı kalabilirler. Bu ülkenin demokrasi mücadelesine kalıcı katkılar verebilirler. Bugün ülkemizdeki halk muhalefetinin, toplumsal memnuniyetsizliğin her şeyden önce buna gereksinimi vardır. Bu gereksinmeyi karşılayacak güçlerin başında Aleviler gelmektedir. Toplumsal isyan hareketini geçmişten günümüze taşıyan Alevilik, bu bağlamda güçlü bir dinamiktir. Bu dinamiklerini, isyan geleneklerini, yarattıkları üst örgüt aracılığıyla toplumsal muhalefete aktararak genel halk hareketinde ve örgütlenmesinde çimento görevi görebilirler, kendilerini özgürleştirirken Sünnileri de özgürleştirebilirler.

Bu örgütlenme diğer yandan, gelenek örgütlenmesini kucaklamalı, onunla kaynaşmalıdır. Kaynaşmanın ve kucaklaşmanın ölçütü, Alevi evrensel ilkeleri olmalıdır. Kendini besleyen ana damardan yoksun ya da bu damarı dışta bırakan, görmezlikten gelen, küçümseyen bir toplum örgütlenmesi şey değil, hiçbir şeydir. Gelenek zemininde ve Alevi inancının-kültürünün yönlendiriciliğinde canlandırılacak ya da kurulacak olan örgütlenmeler aracılığıyla Alevi kimliği yeniden yapılandırılmalı, inancın ve kültürün gereklerini yaşama geçirebilmelidir. Yarattığı yüz-yüze ilişkiler, doğrudan demokrasi ve farklı inanç algısıyla, Alevilik bilinci sürekli canlı tutulmalı; Alevi olmaktan kaynaklanan insan hakları, demokratik haklar bağlı olduğu, içinde yer aldığı üst örgütün eylem, etkinlik alanına aktarılarak yaşama geçirilmelidir. Bu yolla yaratılan toplum örgütlenmesine, Alevilerin yarattığı bir örgüt damgası vurulmalıdır.

Bir cevap yazın