Aleviliği Kurumsallaştıran Savaş-BABAİLER SAVAŞI–Hasan Harmancı


Aleviliği Kurumsallaştıran Savaş

Babailer Savaşı, Selçuklular ile göçebelerin karşı karşıya kaldığı en önemli savaşlardan birisidir. Toplumsal örgütlenmesi çok belli olmayan göçebe toplulukların örgütsüz olduğu düşünülürken, bu kadar hızlı bir araya gelerek savaşacak güce ve örgütlülüğe sahip olmaları beklenen bir durum değildir. Bu örgütlenmenin altında yatan nedenler ekonomik olmakla birlikte, Selçuklu iktidarlarının uyguladığı dini ve idari uygulamalarda etkendir.

Bu dönem aynı zamanda Moğol akınlarının (1219) Anadolu başta olmak üzere bölgeye yöneldiği bir dönemdir. I. Giyaseddin Keyhüsrev (Anadolu/Rum) Selçuklu yönetimini daha güçlendirmek için bölgesel özerklik sistemlerini kaldırarak merkezi yönetimin etkisini arttırmakla egemenlik bölgesinde daha otoriter bir yapı oluşturmayı hedeflenmiştir. Bu aynı zamanda Büyük Selçuklularda oğullar arasında toprakların paylaşılmasının engellenmesi ve iktidarın tek bir güç elinde tutulmasını da amaçlıyordu. Selçuklu Sultanı I. Giyaseddin Keyhüsrev’in Bizanslılara İznik’te saldırısı sırasında savaş meydanında öldürülmesi (1211) üzerine oğulları arasında başlayan iktidar mücadelesi, Selçuklu Devleti’nin iç karışıklıklar yaşamasına neden olur. Büyük kardeş I. İzzeddin Keykavus ile küçük kardeş I. Alaaddin Keykubad ile arasında süren taht mücadelesinde İzzeddin başarılı olur ve iktidarı süresince topraklarını Bizanslılara karşı genişletmeyi sürdürür. Bu arada ticaret yollarını geliştirir ve ticaret yollarının güvenliğini sağlar. Ancak 1220’de ölünce yerine sürgünde olan kardeşi I. Alaaddin Keykubat tahta çıkar. I. Keykubat döneminde merkezi yönetim anlayışı çerçevesinde baskılar arttırılmış, yaşanan ekonomik ve sosyal bunalımlar nedeniyle vergiler ise yükseltilmiştir.

Moğol akınlarının yarattığı baskı aşiretlerin büyük göçlerle batıya yönelmesine neden olur. Selçuklu iktidarı göçlerin karışıklık yaratmaması için belli bir strateji izleyerek, göçerleri Bizanslıların boşalttığı bölgelere yerleştirir. Bu yarı göçebe toplulukların yerleştirilmesi, yerel göçebelere yönelik politikaların sertleştirilmesi ile sonuçlanır. Özellikle hayvancılık ile uğraşıyor olmaları otlak ve mera paylaşımlarında karşılıklı sorunlar yaşamalarına neden olur. Selçuklu iktidarı bu otlak ve mera paylaştırmalarında kayırmalar yaparak yüksek vergi verenlerden yana tutum alır.

Selçukluların bu vergi politikaları ve dini baskıları bir yandan gelen toplulukların zorla İslam’a geçirilmesi, bir yandan da yüksek oranda sömürülmeleri biçiminde devam eder. Keykubat’ın tüm amacı neredeyse Moğol akınlarını durdurmak, çevre ülkelerle sürekli olarak denge politikaları izlemek ve içeride istikrarı korumak üzerine olur. Ancak 1227’de ölür. 1237’de tahta II. Keyhüsrev çıkınca bu dini baskılar aşiretlerin daha da baskı altına alınması ve isyan etmelerinin engellenmesi üzerinden yürütülmeye başlanmıştır. Selçuklu şehirlerinde İslam’i kuralların yaygınlaşması ile birlikte topluluklar arasında çatışmalar daha da sorun olmaya başlar. Özellikle sarayın uyguladığı İslamlaşma politikaları göçebeler arasında ilgi görmez ve bu nedenle de iktidar tarafından aşağılanıyordu.

Bu süreçte özellikle Bâtıni düşünceleri daha da güçlenen aşiretler ile merkezi devletin görüşleri arasında tartışma daha da yükselmiş, kadılar üzerinden İslam’i yasaklar uygulanmaya başlamıştır. Ancak Bâtıni görüşlerin İslam’a karşı daha da itibar görmesi Selçuklu politikalarının çökmesine neden olur. Moğol akınlarının yarattığı ekonomik istikrarsızlığı göçerlerden çıkarmaya çabalaması, göçebelerin ekonomik olarak yoksullaşmaları ve direnmelerine dönüşür. Belli bir göç ve konar-göçerlik güzergâhı izleyen bu aşiretlerin, Selçuklu ile çatışmaya başlaması, güçlerin karşılıklı olarak test edilmesini de sağlamıştır.

Göçerlerin hoşnutsuzluğu, aralarında birlik olmayı da ateşler. Türk, Kürt, Ermeni, Farsi aşiretler Selçuklunun iktisat politikasından yılmanın getirdiği zorluklar yanında bir de kışlak ve yaylakları kullanmalarının engellenmesi yapılan haksızlığı daha da açık hale getirir. Bu durum Baba İlyas ve halefi Baba İshak etrafında toplanılmasına daha da güç verir.  Göçebeler güçlendikçe, Selçuklu otoritesine ve merkezi devlet yapılanmasına saldırmaya başlarlar. Bu savaş pozisyonu Türk tarihçiler tarafından çoğunlukla bir iç ayaklanma olarak ifade edilse de, bu doğru değildir. Yarı göçebeler tümüyle Selçuklu topraklarında yaşamaktalar ve bu nedenle de Selçuklu otoritesini tanımamaktadırlar. Bu nedenle bu sadece Selçukluya karşı örgütlenmiş bir savaş değil, devletsiz toplulukların bölgedeki istikrarsızlıktan en çok etkilenmelerinden kaynaklanan bir savaştır. Selçuklu, merkezi yapılanma amacıyla bu devletsiz topluluklara müdahale etmek ve yaşama alanlarını ele geçirmek çabası içindedir. Bu toprakları ise kendi iktidarını destekleyenlere verir ve yerli toplulukların yüksek vergi vermek koşuluyla bu topraklarda hayvanlarını otlatabileceği gibi bir zorluk ve sömürü politikası izler.

Ancak bu topluluklar savaşı sadece Selçuklu iktidarına karşı gerçekleştirmiyorlardı. Aynı zamanda Moğol akınlarını da yine bu göçebe topluluklar durdurmaya çalışıyordu. Ancak Selçuklu göçerlere karşı daha güçlü baskı ve kısıtlamalar içinde bulunuyordu ve bu nedenle de göçerler gittikçe güçsüzlüğü artan Selçuklu Sarayı’na, Konya’ya yöneldiler. Çatışmanın yönü Selçukluya yöneldiğinde ise göçerler sürekli olarak başarılı adımlar attılar. Gıyasettin Konya’yı terk etmek durumunda kalır. Ancak buna karşın güçlü bir askeri sisteme sahip olan ve Bizans’tan da paralı asker devşiren Selçuklu bu direnişleri kırmayı başarır ve Babailerin sonunu getirdiği (1240) gibi, kısa bir süre sonra yıkılmak üzere kendi sonunu da getirir. Selçuklular yaptıkları haksızlıkların sonucunda önce Baba İshak’ın önderliğinde yaptıkları savaşla güçsüzleştiler, bir süre sonra ise Moğollarla karşı karşıya geldikleri Kösedağ Savaşı’nda (1243) daha da parçalanırlar ve sürekli istikrarsızlık, kardeş ve taht kavgaları, parçalanma ve küçülmelerle 1308 yılında tamamen tarih sahnesinden çekildiler.

Baba İlyas’ın manevi liderliği altında, Baba İshak’ın etrafında toplanmaya başlayan aşiretlerin ilk karşıtlığı ekonomik ve dini politikalar altında ezilmeye, sosyal olarak aşağılanmaya ve zorla İslam’ı kabule dayanmaktadır.  Özellikle Amasya, Çorum, Tokat, Kırşehir, Yozgat, Sivas hattından başlayarak Maraş, Malatya ve Adıyaman’ı da içine alan bir alanda kontrolü ele geçirmişlerdir. Baba İlyas’ın bu manevi önderliğine katılan kesimlerin inançları çok çeşitlidir ve bu da katılımı gittikçe yükseltir. Savaşanlar arasında Kalenderi dervişlerin, Abdalların, Haydarilerin ve Vefaiye müritleri ve Hıristiyan Ermenilerin bulunması, kimlerin dinsel olarak Selçuklu idaresinden kurtulmaya çalıştığını göstermektedir. Hicri takvime göre Muharrem’in 10.ncü gününde (1 Ağustos 1240) savaşmaya başladıkları tarihtir. Bu toplulukların muhalif tavırları ise 1230’larda başlamış ve gittikçe yaygınlaşmıştır. Adıyaman bölgesinden başlayan savaş Selçukluları dağıtarak, Malya Ovası’na (Yozgat) kadar dayanır. Burada daha güçlü bir ordu ile karşı karşıya kalan Baba İshak ve taraftarları, Selçuklu ve paralı askerlerin karşısında yenildiler. Yenilgi sırasında binlerce mürit ve Baba İshak orada katledilir.

Babailerin bu katliamı sırasında ve sonrasında oluşturulan birçok hurafe ve karşı propaganda aracı ise hala kullanılabilmektedir. Baba İlyas’ın peygamberlik, Mehdilik iddiası içinde olduğu, çeşitli mucize ve kerametlerle halkın gözünü boyadığı gibi, savaşın amacını aşan ve önemini yok sayan tartışmalar yürütülmektedir. Tarihi kaynaklarda da abartılarak yer alan bu ifadeler üzerinden Kızılbaş topluluklar başta olmak üzere küçümsenmekte, yaşama amaç ve iradeleri, muhaliflikleri görmezlikten gelinmektedir. Dini amaçlı kalkışmalar olduğu öne sürülerek, bu toplulukların Selçuklu ve Moğol düzen ve istilalarına karşı sürdürmeye çalıştıkları ekonomik ve siyasal yaşama mücadelesi ise yok sayılmaktadır.

Ancak Baba İlyas ve halefi Baba İshak etrafında toplanan aşiretlerin devletleri süreç içinde yıkacak güç ve birliktelikler yarattığı ve sonrasında Osmanlı’nın da böylesi bir sonla çok kez karşı karşıya kaldığı ortadadır. Alevi topluluklar başta olmak üzere devletsiz/iktidarsız yaşama arzusunda olan toplulukların tarihi ne yazık ki önemli ölçüde yok sayılmakta ve varlıkları daha çok iktidarların çıkar ve tavrına göre şekil almaktadır.

Babailer Savaşı’ndan arta kalan toplulukların, Moğol etkisiyle de iyice parçalanan ve yoksullaşan Mezopotamya ve Anadolu topraklarında uzun süre sessizliğe bürünerek yer altına çekildiğini görmekteyiz. Tekke ve dergâh örgütlenmesi, ardından ise Horasan Erenleri, Rum Erenleri, Rum Bacıları ve Ahilik adı altında güçlü örgütlenmeler olarak yeniden şekil aldıklarını görülür. Hace Bektaş Veli’nin Babailer Savaşı sırasında bu gizlenmek durumda kalan kesimleri yeniden örgütleyen dayanışma, açlık ve yoksullukla mücadele içinde örgütlendiğini, kurulan tekke ve dergâhlardan anlaşılıyor. Aynı zamanda halkı yaşayamaz duruma getiren Moğol yıkımlarına karşı bu örgütler üzerinden sürekli olarak direnmeyi başarmışlardır. Bu binlerce müridin kadın-erkek ve çocuk denmeden katledilmesine karşın daha güçlü ve günümüze kadar devam eden bir örgütlülük yaratılmıştır. Savaşta bir araya gelen Kalenderi, Abdalan, Haydari ve Vefaiye müritleri Hace Bektaş Veli müritleri olarak dergâh ve tekkelerde bir araya gelerek yeni bir yerleşik hayat kurma çabasına girişmişlerdir.

Bir cevap yazın