(Türkiye Toprağında/ Ütopya Komünizminden) ORTAKLAR KOMÜNÜNE–Esat Korkmaz

(Türkiye Toprağında/ Ütopya Komünizminden)
ORTAKLAR KOMÜNÜNE
Esat Korkmaz


Baştan da belirttiğimiz gibi ütopya, hiçbir zaman gerçekleştirilemez; yeryüzünde ona yaklaşan bir modeli yaratılabilir ancak. Anlaşılır olmak için, Ortaklar Komününe, Ütopya Komünizmin izdüşümü dedik. Ütopya, gerçekleştirilemediği için ölümsüz bir umuttur; gökkuşağı gibi hep önündedir, ulaşılmak istenen bir çekim merkezidir. (1)

Rıza Kenti’ne bağlanan ütopya komünizmi, ortak bir amaca yönelik üretimde bulunan toplumun, tarihi üretirken önüne belâ olarak çıkan özel mülkiyet, sınıflar, devlet ve paranın olmadığı, devlet olmayan bir örgütle yönetilen, Tanrı’nın yerine insanın-doğanın, peygamberin yerine öğretmenin geçirildiği, düşsel bir toplum tasarımıdır.

Bu proje, kent-toplum bağlamında ele alınıp işlenmiştir. Buyruktaki Rıza Kenti, Aleviliğin geleceğe yönelik kestiriminde, düşsel kâmil toplumun bir anlatımı olarak algılanabilir. Toprağın temel üretim zemini, köylülüğün egemen ezilen sınıf olduğu Ortaçağ koşullarında; sınıflı toplum öncesinden taşınan ilksel eşitlikçi toplum değerlerinin güdücülüğünde, gelecekte insanlığa kesin kurtuluş getirecek olan düşsel kurtuluş projesidir bir bakıma. Sınıfların olmadığı, paranın ortadan kalktığı, herkesin gereksinimine göre tükettiği, özlemine göre yaşadığı, söylencenin yüzyıllardır canlı tutmaya çalıştığı, geleceğe yönelik rüyanın projeye bağlanmış bir biçimidir.

Düşsel Toplumsal Projeye baktığımızda; bireyin önemi, eylemlerinde ve uğraşlarında toplumsal grupla ne ölçüde ilgili olduğuna, ortak esenliğe hangi katkıda bulunduğuna göre belirlendiğini görürüz. Yani, bireyin yaptığı her şey için, topluluk önkoşuldur. Topluluğun önkoşul olması, bireysel mülkiyetin olmadığı, her şeyin herkese ait olduğu ve gereksinmelere göre paylaştırıldığı toplumsal tasarımı öne çıkarıyor.

Bu bağlamda Alevi düş, göksel değil, bireyin topluluğa ve doğaya karşı sorumluluklarından ve toplumsal/doğasal yükümlülüklerinden doğar. Böyle olmasına karşın öğreti, bireycilikle karşıtlık içinde bulunmaz. Toplumculuk ve bireycilik bağlamında, topluluk üyesi birey, kendi varlığını kanıtlamak için, kendi özerkliğini talep eder.

Rıza Kenti, ezilenlerin kesin kurtuluşlarını düşlediklerinde düşlerine taşıdıkları, her türlü aşamalı düzenin yokluğunda, yetkenin, erkin ve egemenliğin kovulmuş olduğu, doğrudan demokrasinin tüketilerek üretildiği bir toplumu bize tanıtır. Böylesi bir toplumda, birey öncelikle, kendisini kendi zincirlerinden kurtarır; kendi özgürlüğünü feteder. Kendi farkındalığının ayırdına varır varmaz bu kez, arzusunun izinde, fetettiği kendi özgürlüğüne sınırlamalar getirerek, toplumsal yaşama katılır.

Böylece bireysel özgürlükle toplumsal yaşama zorunluluğu, doğrudan demokrasinin terbiyesine açık olmak koşuluyla bir denge kurar. Anlatımın sunduklarını yorumladığımızda, Rıza Kenti adıyla bize sunulan Ütopya komünizmi, kendi kendine yeten özgür beldelerin-bölgelerin bir birliği olarak tanımlanabilir: Karşılıklı yardımlaşma ve ortak çıkar belirleyicidir. Para olmadığı için, ücretlilik ortadan kaldırılmıştır. Aracılar, temsilciler de yoktur: Halkın doğrudan sahipliği hemen her şeyin koşuludur. (2)

Görüldüğü gibi Alevi ütopya komünizmi, kendi geleneksel yaşama biçimlerinin bir parçasıdır. Yaşama biçimi eğitim, toplumsal denetim ve ritüellere katılımla iletilir ve içselleştirilir. Bu nedenle geleneksel yaşama biçiminin terk edildiği yerlerde bu düş yer yer örselenir. Alevilik İslamlaştırıldığı ölçüde ise düş yok olur. Onun yerini Cennet alır.

Rıza Kenti’yle betimlenen Yok Yer’deki düşsel toplumun Bu-Dünya’ya taşınma çabası sürekli canlı tutulduğu için Hakikatin tarihi, bâtınî başkaldırı siyasetinin-politikasının tarihi olmuştur. Bu nedenle her kâmil insan, ütopyanın komünizminin izini, Bu-Dünya’ya düşürmek ister. (3)

Düşsel toplum tasarımları, bir yanıyla siyasetin ütopyalarıdır: Daha doğrusu siyaset denilen şey, bu ütopyanın hafızasına kayıt edilir. Tersinden düşünürsek, siyasi ütopya, şimdiki zamanın içinde kayıtlıdır.

Rıza Kenti’ne bağlanan Alevi Ütopya komünizmi, Şeyh Bedreddin, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal isyanlarıyla somut toplumsal bir tasarıma dönüştürülerek yaşama taşınmaya çalışılmıştır. Ortaklar Komününe baktığımızda, bu düşşel projenin yeryüzüne taşınma çabalarına tanık oluruz.

Bu açıdan bakıldığında Ortaklar Komünü, komünizm içerikli, ezilenlerin ölmez kurtuluş düşüdür: Bu nedenle her Alevi eylem-etkinlik ve uygulama, bu düşü kırmaya yönelik bir gerçekliktir. Ondan koparılan her parça ütopya olmaktan çıkar ama kendisi hep ütopya olarak kalır.

Börklüce ve bağlısı canlar, yaklaşık 600 yıl önce, Ortaklar adıyla ilk örgütlü komünal toplumu yarattılar: Toplumun merkezi aynı adla anılan yerleşme oldu. Şeyh Bedreddin’in sağ kolu durumundaki halifesi olan Börklüce Mustafa’nın kurduğu yerleşim alanında, Çelebi Mehmet döneminin adaletsizliğine ve zulmüne karşı, Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi kökenli köylüler, el ele vererek yeni ve eşitlikçi, sömürüsüz bir dünya düşünün temellerini attılar. Cennet’i bu-dünyada kurmaya soyundular. Nazım Hikmet’in dizeleriyle;

“Hep bir ağızdan türkü söyleyip
Hep beraber sulardan çekmek ağı,
Demiri oya gibi işleyip hep beraber,
Hep beraber sürebilmek toprağı,
Ballı incileri hep beraber yiyebilmek…” için ileri atıldılar.

Ortaklaşarak tarımın geliştirilmesi için sulama arkları yapıldı; ortak çıkara hizmet için değirmenler inşa edildi; tarlalar, herkesin malı durumuna dönüştürülmüş üretim araçlarıyla işlendi; evler, yollar, taş kuyular imece yöntemiyle gerçekleştirildi.

Ortaklar Komününü güncellemek ve güncellediğimiz değerleri bugünün saldırısından korumak her Alevinin, her sosyalistin ve her komünistin görevidir. Unutmayalım, umudun içi umutsuzluk doludur; başkaldırdığında umutsuzluk kendini ateşe verir, ateş onu yakar geride umut kalır. Demek ki ütopyalar gündüz düşlerinden derlenir, kanatlanıp uçup gitmesin diye etkin duruma getirilir. Etkin duruma getirilir getirilmez, var olan iptal edilmez, sınırları aşılır. (4)

Ütopyaya bağlanan arzu-istek; vicdanları uyandırır ve özgürlüğü özgürleştirir. Yaşamın sureti eskidiğinde, olanağın sınırları aşılmaz engellere dönüşür; olanaksızı istemek, yani ütopyaya koşmak anlamsızlaşır: Yakına nişan alır, vurduğumuzla övünürüz artık. (5)

Şimdi de sözü, ütopyamızı nefese bağlayan İbreti’ye verelim ve sözümüzü mühürleyelim:

Bir Şah olsam hükmeylesem cihana, / Kilise, mescidi yıkar giderdim. / Okullar yapardım bütün insana, / Cehaleti kökten söker giderdim.

Fabrikalar kurar idim her yerde, / İkiliği kovar idim bu serde, / Ayrı gözle bakmaz idim bir ferde, / Cihana bir gözle bakar giderdim.

Gerçek insanları bilirdim Allah, / Ondan gayrisine tapmazdım billah, / Ne Kâbe kalırdı ne de Beytullah, / Yerine bir arpa eker giderdim.

İnsanlıktan başka olamazdı cennet, / Yok olurdu İsa. Musa, Muhammet, / Kalkardı dünyada mezhep, tarikat, / Dinlerin bağını çözer giderdim.

Bir olurdu zengin fakir her zaman, / Çaresiz dertlere olurdum derman, / Ne gâvur kalırdı ne de Müslüman, / Tümünü bir yola çeker giderdim.

Gece gündüz çalışırdım millete, / Bir faydalı kul olurdum elbette, / Bir ırmak olurdum Güneş’ten öte, / Yeni fezalara akar giderdim.

O günü görseydim yüzüm gülerdi, / Dünyada insanlar bayram ederdi, / Ne bir silah ne bir atom kalırdı, / Bir ulu deryaya döker giderdim.

İbreti der varlığımız bitmezdi, / İnsanoğlu yanlış yola gitmezdi, / Ayrı gayrı devlet icap etmezdi, / Dünyaya bir bayrak diker giderdim. (6)

KAYNAKÇA

(1) Balandier, Georges; Büyük Rahatsızlık-Çev.: Devrim Çetinkasap-; Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul- 2018, s, 32
(2) Kutlu, Haşim; Tarihsel Bir Gerçeklik mi Ütopya mı? Serçeşme Dergisi; Sayı: 44; İstanbul- Ağustos/ 2008; s, 9
(3) Maler, Henri; Ütopyalar Sözlüğü/ Michéle Riot-Sarcey-Thomas Bouchet-Antoine Picon-Çev.: Turhan Ilgaz-; Sel Yayıncılık, İstanbul- 2003; s, 164
(4) Korkmaz, Esat; Alevilikte Devriye Tasarımı ve Zamanda Yolculuk, Demos Yayınları, İstanbul- 2019, s, 239-245 arası.
(5) Bloch, Ernst; Umut İlkesi Cilt I-Çev.: Tanıl Bora-, İletişim Yayınları, Üçüncü Baskı, İstanbul- 2013, s, 45
(6) 1920-1976: Sarız’ın Kırkısrak köyünde doğdu. Asıl adı Hıdır Gürel’dir. Geçmişi, Akçadağ’dan göçen bir aileye dayanmaktadır. Âşıklık geleneğinin yoğun olduğu bir aile ve yörede büyüdü. İlk deyişleri, köylerine gelip giden dedelerden öğrendi. Zaman içinde, cemlerde dinlediği dede ve zâkirlerden öğrendikleriyle de bilgisini pekiştirdi. Yaşamının zorluğu nedeniyle İbreti mahlasını kullanmaya başladı.

Bir cevap yazın