Allah Muhammed Ali’deki Diyagram Ya Da Aleviliğin Tanrı Parçacığı Sorunu–Hasan Harmancı

“Allah, Muhammed, Ali”deki Diyagram
Ya Da Aleviliğin “Tanrı Parçacığı” Sorunu
Hasan Harmancı

Aleviliğin simgesel dininin içeriği ve ne anlam taşıdığına dair başlayan tartışmanın belirleyici özelliği, simgelerin İslam’ı mı yoksa Aleviliği mi temsil ettiğine emsal gösteriliyor. Son zamanlarda Alevi kurumları ve Aleviliğin neliği noktasında çokça tartışma ve karşıt savunucuları özellikle açıklamalarında “Allah Muhammed Ali”yi kullanıyor mu kullanmıyor mu, Ehlibeyte açıktan yer veriyor mu, Oniki İmamı anıyor mu vs. diye uzayan bir serancama döndü.
Tartışmalar belge yerine Alevi hafızasına yerleşmiş söylemlerin tekrarlanması ile devam ettiriliyor. İşin ayrıntılarına girmek ya da simgesel dilin karşılaştırmasını yapmak boyutun anlaşılmasını sağlayacaktır. Konu derinlikli ancak Aleviler için hiçbir şey derinden tartışılmadığı için, kestirmece yaklaşım ve söylemler en çok okunup takdir görenler. Fazla yorum ve ayrıntıya girmeden bazı noktalardan dikkat çekmeye çalışayım.

İslam tasavvufunda konuyu tartışanlar konuyu görünen anlamdan (zahir), görünmeyen (Batın) çevresine doğru şöyle bir deklarasyonla faş ediyorlar; “Allahü teala ve tekaddes hazretleri Sure-i Fatiha’dan sonra, Kur’an-ı azim-üş-şanda yemin ederek buyurur ki: (elif.lâm.mim). (Elif) Allahü tebareke ve teala hazretlerinin ilahlığı ve vahdaniyyeti hakkı için, (Lâm); Cebrail aleyhisselamın elçiliği ve imameti hürmeti için, (Mim); Muhammed aleyhisselamın nübüvveti ve risaleti hürmeti için denilmektedir. (Elif), Allah lafzının elifidir, (Lâm, La ilahe illallah lafzının (Lam)ı, (mim), Muhammed aleyhisselamın ismindeki (mim)dir… Sahabe-i güzin “rıdvanullahi teala aleyhim ecma’în” hazretlerinden on kişinin rivayetiyle hadis-i şerifde bildirilmiştir… Resulullah “saallallahü teala aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki; Ümm-i Hani “radiyallahü teala anha” se’adethanesinden, beri mi’raca iletdikleri o gece (Kâbe kavseyn) makamına giderken, arşın önünde, arkasında, sağında ve solunda üçyüzbiner perdesinden her birinde, (La ilahe illallah Muhammedün Resulullah. Ebu Bekr-i Sıddık, Ömer-ül Faruk, Osman-ı Zinnureyn, Aliyyül Mürteda) “radıyallahü teala anhüm” yazılı idi). Bu sure-i azimenin başlangıcında, Allahü kebareke ve teala buyurdu ki, ‘elif, lâm, mim) ve bu kasem neden örtülüdür…

Ey kullarım! (Elif); benim hakkım için, zat ve sıfatım hakkı için. (Lâm), Cebrail-i eminim hürmeti için. (Mim), Resulüm ve seçilmişim Muhammed hürmeti için ki, bu kitabı Kur’an’dır. Sabah ve Akşam namazından sonra ve geceleri de okunulması gerekir. Sabah ve Akşam namazlarından sonraki okuma sayısı 77, gece yarısı okuma sayısı ise 1000’dir. Bu zikri yedi gün boyunca tekrarlayın”. Tekrarlamanız durumunda aşağıdaki işlevlerin vuku bulacağı iddia edilmektedir. Okuyalım;

1. Bağışıklık sisteminiz güçlenir.
2. İnancınız güçlenir.
3. Kalp gözüz açılır.
4. Vücudunuzdaki çakralar açılır.
5. Düşmanlarınız sizden korkar ve hakkınızda kötülük düşünmezler.

Elif Lâm Mim, Allahü la ilahe illa huvel hayyul kayyum, La havle vela kuvvete illa billah.

“Huruf-i Mukattaa (Ar.)/Kesik Harfler (Tr.), sayısı ondört olarak belirtilmiş olsa da, kendi içlerinde tüm Harfleri de barındırırlar. Tıpkı bir tohumda bir orman saklıdır prensibinde olduğu gibi… Elif, Lam, Mim halk arasında tercih edilen Mukattaa Harflerinin başında geliyor. Bu harflerin yan yana, şu kadar aded, yüksek sesle ya da fısıltı ile söylenişinin bir şifa etkisi olduğu düşünülüyor. Harfler krallığında Elif, Lam, Mim Mukattaa Harflerini eşsiz kılan en önemli sebeplerden biri bu.
Mukattaa harfler Sümer çivi yazısından, alfabesinden bu yana bilinen bir uygulama olarak değerlendirilebilir. Buradan da anlıyoruz ki, bu Mukattaa harfleri bir gizemler silsileyi hikayesi ilk çivili ve sonradan da çivisiz yazıdan bu yana. Peygamberler öncesinde de olan ve Tanrı kral, Allah kral ya da insan motifiyle ya da kral tapınaklarının, rahiplerinin insanlar üzerindeki afyonu ya da afrodizyakı bir harfler dizisi ve bunların sayısal değeri, matematiksel hesabı ve ebced karşılığı kadim, belki de yazıdan önce seslerde var. Ve tabii ki herkesin (kulların, kölelerin) elinde, dilinde açılmayan şifreleri var. Sıradan insanlar bu Kesik Harfleri dile getiremezler. Hem yasak hem de beceremezler. Ehil olmadan yani bizim dedeler gibi icazet erbabı olmayanlar bu işler beceremezler.

Bir de Kesik Harfler çağdan çağa da farklı anlamlar, içerikler taşıyabiliyor. Yani sistemli bir biçimde düşünce ya da söylemde kalmıyorlar, gelişiyorlar ya da yeni anlamlar kazanıp, eski efsunlarından sıyrılıyorlar. Bir de bilince göre de değişebiliyor. Eski fikirlere göre söyleyip, orada kalmak doğru olmuyor. Kendini yenilemeyen bilinç Hurufu hurafeye çevirebiliyor, etkisiz kılabiliyor. Bu da toplumların kader çizgisini yanlışa, belaya götürebilir. Aman ha dikkat kime talip olacağınızı bilmezseniz hayatınız karışabilir. Toplumda, kişide yanlış, yalan büyü, muska vs. etki olabilir. Parayla, pulla, hakullahla bu sözler, gizem dili kullanıldığında söyleyeni de, söyleneni de çarpabilir. Söyleyenin tesciline, şeceresine, mührüne, mehrini yerine getirip getirmediğine iyi bakın. Bu çağda herşeyin sahtesi yükünle.

Yağmur yağdırayım, bereket arttırayım derken insanların ocağına incir ağacı dikmek de mümkün. Hakk’a uğurlamaya kalkarken, Can’ın kâinatta nereye gittiğini, atıldığını bilemeyebilirsiniz. O nedenle nefesi keskin, nefsi ortada olmayana “Elif Lam Mim” dedirtmeyesiniz. Hele bir de şifalı harflerin manasını söyleyen bilmezse, yan yana dizilmiş sözlerden öteye zaten geçmez.

Dedenin, Pirin, Ehil olanın nefesini tüketmiş, boşa zaman harcatmış, para vs. vermiş olursunuz. Lütfen “Allah Cebrail Muhammed” derken dikkat ediniz.
Bir de aslı varken böyle şeyler sizi dengesizleştirmesin. Açınız Kur’an-ı ve hangi surede varsa onu vecde gelip okuyunuz. Üstelik otuz Mukattaa harfin yer aldığı sure, ayet var. Şöyle esaslı bir biçimde Kur’an’ı dilinden, Arapça bilmeden okuyanı bu ahkâmlara karışmaya kalkanları kendinizden uzak tutunuz. Uzun sözün kısası şifalanayım derken, şu virüs hikâyesi gibi, şifayı da kapabilirsiniz ya da lanete gelebilirsiniz.

Yani kadimden beridir sesler, harfler belli güçlerin, saf kanların, Ocakların, icazetlilerin elinde güce dönüşüyor. Arap harflerinin kutsal sayan yazar Kevser Yeşiltaş, “Batınî Kapılar Huruf” çalışmasında uyarıyor: “Çok dikkatli olmalıyız. Harfler ilmini bilmeden yapılan en küçük hata, yaşamımızın gidişatını değiştirecek şekilde sonuçlanabilir”. Yazar bu tür kelimelere müdahale edilmesini ayrıca “büyü” olarak değerlendiriyor ve şöyle yorumluyor; “Bu kelimeler bilenlerin elinde bir ışıktır. Çevrildiği yere can verir. Yazılan ve söze dökülen kelimeler çok önemlidir. Bilinçli ve ehil insandan çıkıyorlarsa, o oranda dikkatli olunmalıdır…”
Anlaşılıyor ki bir şeyi, eşyayı bozmak gibidir sesleri harfleri de bozmak. Aslından koparırsınız ve yanlış işe, işleme amaca hizmet edersiniz. Elbette bu sadece harflere uygulanmıyor. Başta Besmele, Fatiha olmak üzere nice böyle şifalı, etkili Arapça harfler var. Türkçede vardır, ben bilmiyorum, duymadım, görmedim. Ancak Kaygusuz Abdal’a göre Âdem Arapça ya da diğer dilleri anlamadığı için Cebrail ona Türkçe seslenir ve o da Cennet’ten ayrılmak durumda kalır.

…”Nice ki söyledi âdem gitmedi
Cebrail’in sözini işitmedi

Türk dili’n Tanrı buyurdı Cebrail
Türk dili’nce söylegil dur git digil

Türk dili’nce cebrail “hey dur” didi
Duru-gel uçmag’un terkin ur””

Nusayri itikadı Hurufçuluğu biraz daha sistemleştirmiş ve iç eğitim amacıyla ve Kurr’andan devşirme dualarında kullanılıyor. İnançsal açıdan dışa kapalı topluluklar arasında sayılan Nusayrilik, Alevi düşün yapısıyla oldukça yakın ve bazı nüanslar da ayrılmaktadır. Bu nedenle Nusayrilerin ne dediği Alevilik karşılaştırması açısından önemlidir. Nusayri (Arap Alevileri; bu tanımı sevmiyorum. Alevinin Arabı, Türkü, Kürdü, Farsisi, Romanı, Abdalı, Tahtacısı vs bir yerde bir şovenlik içeriyor) göre; “Kur’an-ı Kerîm iki kısımdan müteşekkildir. Birinci kısım esrar ve mânayı içeren mûhkemâttır. İkincisinde ise dört hurûftan ibaret olan Velâyet de onun içine dâhildir. Kur’an-ı Kerîm, mûhkemât ve sûrelerin başında anlamları bilinmeyen “Elîf-Lâm-Mîm”, “Elîf-Lâm-Mîm-Sâd”, “Elîf-Lâm-Râ”, “Elîf-Lâm-Mîm-Râ”…” yer alır.

Katı bir hiyerarşi ya da kast sistemine sahip olan Nusayrilikte, “Esrâr-ı Hurûf’a vakıf olanlar “Zümre-i Nâciye” olarak adlandırılan seçkinlerden oluşur. Bu sınıfa dâhil olamayanlar ise hüsrânda kalmış olanlardır” biçiminde açık bir hüküm de yer alır.
Nusayrilikte “Hesâb-ı Cümeli” ya da “Cümel-i Kebîr” var. Yani işler daha karmaşık. Göz kararı bir hareket pek mümkün olmayıp, herkes bu işe pek girişemiyor. Tüm ebced hesaplamalarında olduğu gibi matematik formülleri gerekiyor, o sesi, söyleme biçimi ve ilm-i manayı bilmek gerekiyor:

“Ali mânâdır, Muhammed ise isimdir. Muhammed de kendi nûrundan Selmân-ı Farisî’yi yaratmıştır. Bu sır, Nusayrîler tarafından Hristiyanlıktaki “Baba-Oğul-Kutsal Ruh” sistemiyle açıklanır. Bu inancın, Nusayrîlerin yaşadıkları yörelerdeki eski Hristiyan inançlarının bir kalıntısı olduğu tahmin edilmektedir… Nusayrîler, İmâmet (İsmâ‘ilî i’tikadı)’nda mevcût inanca göre, insanlık tarihinin yedi kademesini gerçekleştirdiğine inanılan “Sâmet” (susan)’ı “Nâtık” (konuşan)’ın üstünde tutarak Halife Ali’yi “Sâmet”, Muhammed’i “Nâtık” ve sahabelerden Selmân-ı Farisî’yi “bâb” (büyük kapı) olarak tanırlar. Bunların baş harfleri Ayn ع, Mim م ve Sin س‎’i önemserler.

Görüleceği gibi “Elif Lam Mim”in yeri değişti ve yukarıda saydığımız kurallar ve kutsallık silsilesi kesildi ya da anlamı farklılaştı, işin içine Salman-ı Farisi girdi. Bu durumda Ayn; Ali, Mim; Muhammed, Sin; Salman-ı Farisi oldu. Salman-ı Farisi’nin İslam’daki özel yerine bakmak isterseniz çok anlatım var ancak sahih olması ve Şia itikadının benimsediğini anlamak için İmam Cafer Sadık’ın görüşlerine bakabilirsiniz.

Bu ilahi sözlere birde Alevilik açısından bakalım. Yukarıdaki anlatım, formül ve ebcede pek uymuyor ancak o da Aleviliğin iç sesi ve batınla (Batınî değil), diyaframla olan ilişkisinden kaynaklanıyor. Maalesef herşeyi çözemiyoruz, bazı şeyleri Evlad-ı Resuller sır olarak saklıyor biz hayli bela kullarından, kullardan. Kurumsal (AKM) bir Alevi internet tanıtım sitesinde bu şöyle dile getiriliyor; insanda “Allah, Muhammed ve Ali sevgisini bir görüp” bunu da “Birleme” olarak değerlendiriyor.

Alevilik bu kavrama çeşitli anlamlar yüklemiş, ancak bu anlamların İslami anlatımla, düşünme ve inanmayla ilişkisi bulunmamaktadır. Bazı Alevi ilm-i şahıslara göre “Muhammed-Ali bir kişidir” ve “Lamelif” karşılığında ele alınıyor. Bu ise yine bu anlatıma göre şu formüle çıkıyor: “Evrenin aslı Hak’tır. Hak-Muhammed-Ali’dir. Yani evren bu üçünün birlemesidir. Yani biz “Lamelif Mim” delince Evren demek istiyoruz. Birde evren deyince Hak yani Allah demiş oluyoruz. Burada da sıralama epey bozulmuş ya da asıl öz’e, amaca Alevilerin ebced, ses ve anlam formülü üzerinden kavuşuyor.
İşlerin ya da kafaların karışıklığı binbir. Bu durumda “Elif, Lam, Mim” İslamız diyenler tarafından ilahi anlamından çıkarılıp, amacı dışına taşınıyor. “Hak, Muhammed, Ali” demek başka bir şey, Elif, Lam Mim” demek başka bir şey. Bir taraf toplumuna büyü yapıyor ancak hangi taraf bunu iddia edenlere bırakıyorum. Biri İslam’ın özü diğerleri tali Yol.

Bâtıni sınıflamada yüzyıllar öncesinde bu başka tanımlanmış. Anladığım kadarıyla Alevi toplumu ezberci bir toplumsal ilişki ve bilgi kümülatifine dönüşünce ne yazık ki şirazede şaşıyor. Aleviler tam olarak ne zaman Müslüman oldu pek belli değil lakin biz bilmesek de birşeyler olmuş, bunu seziyorum. Takiyenin kronolojisini, takvimsel tarihini veremeyeceğim.

Tekraren daha anlaşılır gibi görülen formülü tekrarlamak istiyorum; “Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak, Hz. Muhammed’in şahsında cümle peygamberlere inanmak ve Hz. Ali ile Ehlibeyte inanıp yollarını sürmek, onlara tabii olmak Hak Muhammed Ali kavramı ile özlü bir şekilde dile getiriliyor.

Aleviler için bu kavramlar binbir dona, simge diline giriyor ve seçme hakkınız var anladığım kadarıyla; “Hak, Muhammed, Ali”, “Allah, Muhammet, Ali”, “Allah, Muhammed, Ali” “Ya Allah, ya Muhammed ya Ali”, “Allah, Muhammed ya Ali” “Hak, Âlem, Âdem” “Hak, Evren, İnsan” diye değişe değişe devam ediyor. Her harf bir sayısal, ebced değeri olduğunu hatırlatmak isterim. Herkes kafasına göre bir terminoji dışı söz dizimi, ebced ve sayı toplamı kullanıp duruyor. Ebcede göre 100 derken sayınız 99, 1000 derken sayınız 700’de kalırsa ya da 1005’e çıkarsa başka bir şey demiş oluyorsunuz.

Bunlardan hangisi asıl ve yukarıdaki daha eskilerle dile getirilenlerle benzerliği nedir bunu zamanla öğrenmek umuyorum ki mümkün olabilecek. Tabi bu tartışmanın bir yanı da, Aleviler bu işin Fazlullah Hurufi’nin Cavidanname boyutunu, Seyit Nesimi, Virani, Yemini ebced hesabını biliyor mu, bunu da tartışmak yerinde olur. Şahsım adına bilmediğimi ilan edebilirim.

Bu çatışmanın, yarışın, ebcedin iddialı bir açıklamasını Hünkâr Vakfı adına Veliyettin Ulusoy yaptı. Ulusoy’da da bu çelişki olduğu gibi devam ediyor; “İkrarımız Hak Muhammed Ali Yolu’nadır.

Her bir “Aleviyim”, “ öz İslam”ım, “çok İslam”ım, “velev ki İslam”ım diyenin aklında başka bir anlam, anlatım, dilinden başka bir ebced hesabı çıkıyor. Biliyorum her durumda iki kere iki dört etmiyor. Ama bu Hak kelamı, Allah’ın sesi öyle oynamak olur mu? Ya başımıza bir haller gelirse. Kimi yuvarlıyor, kimi sallıyor ve bu kavramın etrafında koca bir Alevilik çekişmesi sürüyor.

Hak, Muhammed, Ali üçü bir nûrdur
Söyleyen Muhammed, dinleyen Ali
Birisini Hak bil üçü de birdir
Söyleyen Muhammed, dinleyen Ali
Pir Sultan Abdal

Hak Muhammed Ali üçü de nurdur
Birini alma sen, üçü de birdir
Onların koyduğu bir doğru yoldur
Danışır Muhammed böyle der Ali
Hatayi

Ay Ali’dir gün Muhammed
Pir Sultan’ım bu bir sırdır
Sırrını saklayan erdir
Ay da nurdur, gün de nurdur
Allah bir Muhammed Ali
Pir Sultan Abdal

“Allah, Muhammed, Ali” diye yola çıkıp bu kavrama sarılan, ipini kendine kement edenlerin ne demek istediğini, neyi amaçladığını bilirsek, sanırım kendimize açık bir yol ve açık toplum yapılanması gerçekleştirebileceğiz. Fatiha nasıl İslam’ın özeti, öz’ü oluyorsa “Allah, Muhammet, Ali” de Aleviliğin özü, Tanrı parçacığı oluyor. Hak demiyorum bildiğiniz gibi o Arapça’dan Aramic’ye, İbranice’ye doğru bir etimoloji verir.
Herşey sırdır, öyle değil böyledir denile, durula, yorumlana, savrula gelinen yer sözün cahilliğinden öte bir şey olmuyor.

Gerçeği bilene Aşk olsun.

Bir cevap yazın