Zeytin Dalı, Kuran ve DİB–Hasan Harmancı


Zeytin Dalı, Kuran ve DİB
Hasan Harmancı

“Diyanet İşleri Başkanı Alevi İnanç Kurulu’nu neden ziyaret etti?” sorusu önemli bir tartışmayı yeniden tetikledi. Yaşadığımız toprakların inançsal sorunlarının önemli bir muhatabı olarak görülen Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) Alevilerin gözünde bu sorunları çözen değil daha da kaşıyan ve artmasına neden olan bir yapı olarak görülmektedir. Camilerde örgütlenen katliam planlarıyla, provokasyonlarla Aleviler katledildi, hakarete uğradı ya da bunu engelleyecek hiçbir tutum içinde olmayan ve üç maymunu oynayan bir kurum durumundadır. Dinsel politikaların örgütleyicisi DİB toplumsal sorumluluk yaratmak yerine, Alevilerin toplumsal uzlaşma arayışlarına her zaman bir anahtarsız kilit olmuştur. Alevilerin taleplerinin Mecliste ya da başka yerlerden gelsin yönlendirildiği kurumdur. DİB Alevi talep ve beklentilerini muhatap alıp çözmek yerine yok saymıştır. Alevi inançsal talepleri kırmızı çizgi sayılmıştır. Bu nedenle Aleviler DİB’e güvenmezler. Alevilerin Alevi kurumları üzerinden halen sürdürülen Cemevi mücadelesi DİB tarafından bir yolla yönlendirilir ve durdurulur. Tüm kamu kurum ve kuruluşları bu Başkanlığa sığınırlar. Beklentiler yükselince de muhatapsız Alevilik, Devlet nezdinde inançsal bir muhatap bulamadan oyalanıp gider DİB odalarında sümenaltı olur. Güzelim dünyada Alevilerin sorunları azalsın diye beklenirken, arttar da artar. Buna şimdiler de bir de Başkanlık sisteminin getirdiği güvensiz ortam eklenince, Aleviler için neredeyse Devlet de herhangi bir devlet kurumu da yok hükmündedir.

Alevi toplumunun beklentilerini DİB üzerinden çözmek mümkün olmamakla birlikte, Devlet aklı bunu maharetli biçimde yürütür. İçişleri bakanlığına başvurursunuz, bilirkişi olarak DİB’ten yanıt gelir ya da Meclisten yanıt beklersiniz, DİB’in görüşü önünüze sürerler. Aleviler için Devlet bir anlamda Diyanettir. Yani toplumsal bir yüzergezer muhatap olarak DİB camilerde örgütlediği akılla, inanma biçimiyle Alevileri var saymak yerine, cemaatinin saldırı ve baskısını ne durdurur ne de bu durumlarda sesini çıkarır. Olması gerekeni hiçbir zaman gerçekleştirilmez. Aleviler yönelik bir barış, sevgi ve adalet duygusuna yer verilmez.

Yaptığı en iyi şey, Alevilere don biçmektir. Alevilik tanımı yapmaktır, İslami tandanslı Alevi yayınlar yapmaktır. Alevilikle ilgili açıklamalarda bir kez dahi laiklikten yana kurumlaşmış Alevi aklını, bilgisini kendisine muhatap almaz, bundan kaçar. Yetmez, gider bu kurumların karşısında örgütlenen ve yine Devletin belli organlarınca beslenen ya da örgütlenen Alevi Kurumu iddiasında bulunanlarla ya da Alevilerin adını dahi bilmedikleri muhatap kişi ve kurumlar yaratarak, Alevileri şaşkına uğratır.

Fetullah Gülen hezimetinden bu yana başlayarak Aleviler ile ilgili olarak nereye savrulacağını bilemeyen DİB yeni muhataplar arıyor. CEM Vakfı vs gibi Gülen’e referans olmuş kişi ve kurumlarla çalışmanın bir bedeli oldu mu bunu siyaseten Alevilerin bilmesi pek mümkün olmadı. Daha önceleri sanki işi daha kolaydı. Alevilerin Anayasal hak ve talep muhataplığı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) görüşülüp de karara bağlandığından beridir Devletin aklı da DİB’in aklı da karışık. Üstelikte bu davayı açanlardan birisi de Cem Vakfı çevresi. Bu Vakıf da şaşmıştır AİHM Alevilere yönelik kararına. Devlet bir türlü asıl muhataplarıyla, Alevilerin kendi özgün gücüyle, örgütlü, demokratik ve rızalık temelli oluşmuş kurumlarıyla bir araya gelmek istemiyor. Mahkeme, “Türkiye’de Alevilerin din özgürlüğü haklarının ihlal edildiğine ve kendilerine dini planda ayrımcılık yapıldığına hükmetti”ğinden beridir, Devlet muhatapları konusunda nasıl bir yol izleyeceğini bilemedi. Önce Alevilerin Serçeşmelerinden olan ancak dağınıklığı açıkça bilinen Dersim bölgesini üs olarak seçti. Oradaki dağınık örgütlülük üzerinden Alevilere “zeytin dalı” uzattı. Ancak bu zeytin dalını Kuran’ın içine yerleştirmişti. Oradaki Alevilerde İslamız, dinimiz bir vs deyince, DİB Aleviler arasında memnun, kendisini sahiplenmiş, kapısına kırmızı halı sermiş güçlü bir kişi ya da kurum bulamadı. İşler daha fazla sarpa sarmaması için sessizliğe büründü. Ancak AİHM kararı da ortada. Bir yol bulunmalıydı.

AİHM Kararı CEM Vakfı üzerinden yola çıkılarak alındığı için, büyük Alevi örgütlülüğü için de sancı durumundadır. Tabii Sinan Işık ve Hasan Zengin’in Alevi kurumsallığına armağan ettiği AİHM kararlarını da unutmayalım. Cem Vakfı’nı buna zorlayan da bu kararlardır. Aleviler DİB gibi bir kurumun laikliğin altını oyduğu fikrinde ve Alevilerin Türkiye’de mutlu ve huzurla inançlarını yaşayamamalarının altında DİB’in yönlendirmesi bulunduğunu düşünüyorlar. AİHM kararı “Türkiye’yi, Alevilere Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesinden pay ayrılması, kurumsal destek sunulması, Cemevlerine yasal statü verilmesi, zorunlu din dersleri hikâyesi ile boğduğu Alevi çocuklarının rahat bırakılmasını içeren epey bir Alevi reformunun gerçekleştirilmesine zorluyor.

Dersim Deneyimi ve Yanılgı

Ancak Alevileri yok saymayı maharet saymış Devlet ve DİB çözüm üstüne çözüm öneriyor. Ali Erbaş Dersim’de; “Sizin talepleriniz bizim de taleplerimizdir. Aynı düşünceye, aynı inanca sahibiz. Kıblemiz, kitabımız, peygamberimiz bir. Ehlibeyt sevgisi noktasında hiçbir farkımız yok…” dedi ve eklemeyi de unutmadan kendisini kimin gönderdiğini de söyledi; “Bu vesileyle taze Sayın Cumhurbaşkanımızın selamlarını da hepinize iletiyorum.”

Bu muhataplık Aleviler için bir şey ifade etmedi, etmediği gibi Alevi örgütlerinde Devlet’e, DİB’na güvenilmezliği arttırdı.
DİB’in Alevilerin güçsüz olduğu yerlerde nasıl bir yol izlediği ile güçlü olduğu yerlerde nasıl bir yol izlediği herşeyden önce Dersim’de ve Avrupa sınırında bulunan Harabati Dergâhı davasında izlenen muhataplıktan bellidir. Dersim’de, başka, Harabati Dergâhı’nda başka bir iş çeviriyor. Nereye gitse büyük Alevi çatı örgütlülükleri ile muhataplığa zorlanıyor. Ancak bu “zındık” Aleviler bu işin başı ne yazık ki.

DİB kurumsal muhatap ararken artık Mülki amirlerini de işin içine katıyor. Bunun birçok gerekçesi var. Bununla Alevileri başka bir yolla da sıkıştırıyor. Muhataplığı zorunlu hale getiriyor. Valilerin bağlı olduğu kurum olan İçişleri Bakanlığı’nın bu güne kadar ki Alevi talep ve başvuruları DİB’e yönlendirmesinden de anlaşılıyor ki, Alevi inancına yönelik tek muhatap DİB’in kendisi değil, beraber hareket ettiği kurumlardır da. Ancak sözcü DİB başkanı.

ABF ve Zorunlu Ziyaret

DİB’in AİHM kararları karşısındaki çaresizliği daha örgütlü ve güçlü olunduğu bilinen ABF İnanç Kurulu Başkanı’nı muhatap almaya kadar götürüyor. Bu kararı DİB ve diğerleri nasıl aldı bilinmez ancak bu önemli bir değişimin de habercisidir. Çünkü ABF İnanç Kurulu Başkanı Hasan Kılavuz, Alevilerin toplumsal mücadelesinde simge bir isimdir ve uzun süre Devlet ve DİB’in lanet ettiği, Alevileri Avrupa’da onurlu bir biçimde temsil eden AABF İnanç Kurulu başkanlığı da yapmıştır. Kılavuz’un her iki İnanç Kurulu’nun kuruluşunda bulunması, kurumsal kimliklerinin gelişmesinde emeği yüksektir. Kılavuz, Alevi mürşit ocakları arasında yer alan Seyit Sabun Ocağı Mürşidi’dir aynı zamanda. Cem yürüten eylemli bir Dede’dir ve görüşleri ne Devlet ne de DİB ile uzlaşma götürmez kadar Aleviliğin içsel toplumsal dilini ve beklentisini taşır. O bir Müslüman değil, Alevi’dir. Görüşlerinin temelini “Aleviliğin kendine müstakil bir inanç olduğu” oluşturur. Türkiye’de ve Avrupa’da kurulan Alevi örgütlerinin çok önemli bir kısmı da bu görüşü savunmakta ve Alevi inançsal ve felsefi söyleminin İslami bağnazlık karşısındaki en güçlü sözcülerinden birisidir. Üstelik son zamanlarda Alevilerin büyük çıkışlarından biri olan Hacıbektaş Deklarasyonu’nun mimarlarından. Bunlar ayrı, bir de Kılavuz’un başında bulunduğu Kurum Aleviler için tam da DİB’in eşiti, dengi bir kurumdur. Acaba Devlet muhatap kurumlar arasında denge mi kurmaya çalışıyor. DİB’in hatası, dengi muhatabına “çay içmeye” gitmesindedir. Sanırım utangaç bir başlangıç böyle oluyor. “Özür dilerim” diyemeyince geçmişi yok saymayı tercih ediyor.

Böylesi özellikleri bilinen bir Dede’yi ve bu görüşlerin güçlü temsilcisi olan İnanç Kurulu Başkanı’nı ziyaret eden Erbaş’ın bu ziyareti daha çok konuşulacak gibi görünüyor. Üstelik birada da Kuran içinde “zeytin dalı”nı sunmayı unutmuyor. Ancak dinimiz, peygamberimiz bir vs gibi şeyleri pek diline dolamadan barış, kardeşlik demekle, sorunlarınızı daha yukarılara taşıyacağım sorumluluğu ile yetiniyor. Sorunlarını bilmediğiniz bir yere çay içme sırasında anlat demek pek politik bir yaklaşım olmamakla birlikte, Aleviler gelen mihman Ali’dir diyerek sessizliklerini korur ve kapılarını açarlar. Alevilerin dergahlarına nasıl girildiğine bakmazlar, nasıl çıkıldığına bakarlar. DİB elçi olarak geldiği kapıya heybesindekileri bırakacak mı bırakmayacak mı, bu önemlidir. Eksik olan bu kadar hızlı bir ziyaretin anısına, İnanç Kurulu’nun da DİB’e bir bağlama ya da Zülfikar hediye edecek hazırlıklarının olmamasıdır.

Sınırda Arayış

Şimdi Suriye’den göç eden yüzbinlerce mültecinin, Arap Alevisinin yoğun olduğu bir kent olan Mersin’de Suriye’nin çoğunluğunu oluşturan Arap Alevisi Türkiye vatandaşının da üyesi olduğu, üstelik son zamanlarda açıktan ihale ile Valilik destekli tadilat yapılan bir Cemevine zorlama bir ziyaretle 2-3 saat içinde ayarlanan bir muhataplıktan bahsediyoruz. Mersin Cemevi’nde ABF İnanç Kurulu Başkanı’yla muhataplığından sonra koşturduğu mekân ise çoğunluğunu Arap Alevilerinin oluşturduğu Kilikya Nehir Sosyal Dayanışma ve Kültür Derneği oluyor. Burada da birlik beraberlik vs diyor. Ancak muhataplarla başka neler konuşulduğu pey kamuoyuna yansımıyor. Belli ki bu da alelacele bir ziyaret. Kilikya Derneği’nin ana sayfasında da AİHM kararlarına dair açıklamalar, “Devlet ve Din” gibi makale başlıkları belirleyici. Ziyaretlerinin sonunda ise Ashab-ı Kehf Mağarası’nı ziyaret ediyor. Bütünü ele aldığımızda ziyaretini bu mağaranın mitolojik anlatımları ile sonlandırması epey manidar.
Alevilerin bu tanınma sürecinde bakalım din ile devlet işleri nereye gidecek.

Alevilerin laik toplum ve DİB’in özerkleşerek geri çekilmesine mi, yoksa DİB ağırlıklı Devlet’e mi? Türkiye’de inanç özgürlüğü ve devlet kontrolü denilince milyonlarca liraya mal olan tarikatların desteklenmesi, DİB’in devasa bütçesi vs de gündeme geliyor. Aslında İstanbul’dan başlayarak işler karışık, şimdi yeni bir toplumsal sözleşme zamanı ancak muhatap yine yanlış kurum. DİB geri çekilmek yerine, özgürlük sınırlarını bir kat daha ihlal ederek, Devlet’in tarafsızlık kriterinin gelişmesi yerine Devlete müdahale ediyor.

Bir cevap yazın