ALEVİLİĞİ SARAN PARANOYAK İDEOLOJİ–Hasan HARMANCI

ALEVİLİĞİ SARAN PARANOYAK İDEOLOJİ
Hasan Harmancı

Beyinlerinin yıkanmasıyla, eğitim ve İslami alternatiflerle doyurulmaları sonucu Aleviler felsefi değer olarak kabullenmeye başladıkları fatalis/kaderci tutum yüzünden yozlaşmışlardır.

Edebiyat, sanat, politika ve eğitim aracılığıyla ortaya çıkan ideolojik çözümleme Alevilerin örgütlü kesimleri dışında kalanları dönüştürmüştür. Bu nedenle kurulan bu yeni hükümetler aracılığıyla Aleviliğe karşı Dar’ül Harpt’e olan İslam, Dar’ül İslam’a geçme önerisinde bulunmaktadır. ‘Aynı dinin kardeşleriyiz’, ‘Alevilik Hz. Ali’yi sevmekse ben de Aleviyim’ gibi kavramlara sığınmak, ‘Alevilerin ibadet yerleri camilerdir…’ diyebilmek bu yaklaşımdan başka bir şey değildir. Alevi örgütleri Aleviliği özgün haliyle bırakmak yerine sen Alevi değilsin ben ‘öz Aleviyim’ tartışmasının içindeyken, Alevilik çoktan Kur’an’da anlatılanlara uyumlu bir inanç olmaya yol almaktadır. Her ne kadar ‘Alevilik İslam dışıdır’ tartışması ortaya atılsa da evlerine Kur’an asan, Cemevlerinde namaz kılmaya başlayan, Kur’an ve Muhammed’in sözlerinden alıntıları Cemevlerine özlü sözler olarak asan, evinde Mevlüt okutan ve cenazesini İmamla kaldıran, ‘Bozatlı Hızır yardımcın olsun’ demek yerine ‘Allah yardımcın olsun’ diyen, Ramazan’da oruç tutan, Ramazan Bayramı’nı gerekçe gösterip Tanrı dilekli tebrik kartı ve cep  telefonu mesajı, mail yazan bir topluluk olmaya dönüşen Aleviler kendi aralarında yeni bir kutuplaşmanın temelini atmış görünmekteler.

Aleviler Ortaçağ karanlığı yaşanırken Hümanist ve insan temelli öğretileriyle tüm inanç deformasyonlarına karşı direnmeyi başarırken, yakın çağdan başlayarak felsefi ve kurumsal zaafiyete uğramaları sonucu, Aleviliği Kuran’ın öngördüğü şeriati yaşam biçimi ile ilişkilendirmeye başladılar. Kurumlarının ve kurum önderlerinin İslam’a açık çalışması yanında politik yapılanmadaki muhafazakar – liberal yenilenme de Alevilerin yeni bir ruhsal ve kültürel şekillenmeye kaymasına neden olmaktadır. Bunu, bilim ve inanç ilişkisini kuramamayla ilişkilendirebilmek mümkündür. Bilimsel düşünme ile inançlarının doğasal çelişkilerindeki beslenme eksikliği çözülmelerini açık hale getirmektedir. Bu anlamda Ortaçağ’da herkesten önce başardıklarını Modern çağda başaramamaktalar. Geçmişlerine bakma zahmetinde olmayan bir topluluk konumunda sürüklenmeyi tercih ediyorlar. Hafızalarını kaybetmişçesine tarih dışında kalmaları, atalarının modern çağda temsilcileri olmalarına engel olmaktadır.

Cumhuriyetle birlikte kendileri için geliştirilen proje kapsamında beklenildiği gibi Paranoyak bir ideolojik yanılsama ile bir yandan laik bir tutum içine girmekte bir yandan da dinsel sembol ve duygularıyla birlikte katı doğmalar dünyası olan Sünni İslam formlarına uyum sağlamaya çalışmaktadırlar.  Bu nedenle de kültürel modernlik açısından akılcı dünya görüşlerinde çatışmalar ve çarpıklıklar meydana gelmektedir. Bireysel kişi hakları ve demokratik gelişmeye ve seküler değişime kendi içlerinde ruhsal olarak ulaşamamaktadırlar. İç hoşgörüsünü yitirmiş toplumların birbirlerine kin duymaları, ortak düşüncelerini geliştirmelerine olanak vermemektedir. Değer yargılarını başka inanç formlarıyla tamamlamaya çalışmaları, ithal etme güdüsüyle hareket etmelerine neden olmaktadır. Kendileri üretemedikçe/üretmekten kaçındıkça ithal etme mantığıyla hareket ettiklerinden, eksik kaldıklarında politik argümanların da yardımıyla kolayca İslami değerleri kabullenmekteler. Hiç üretmeden tüketmek esir olmayı doğal hale getirmektedir. Kültürel kabullenişle birlikte her seferinde yeni transferler daha olağan ve kolaycılıkla kabullenilmektedir. Aleviliğin ne olduğu konusunda birikimsel eksiklik, tarihlerini de doğru okumalarını engellemektedir. Güçlü İslami akademik veriler ve yazılı tarih Alevilerin önüne zorunlu bir set çekme uğraşındayken, bir yandan kolaycılığı seçen ve politik ve ekonomik beklentilerle hareket eden çeşitli Alevi aktörler bu hezimetin kapısını sonuna kadar içten zorlamaktadır.

Muhammed’in biyografik bilgisinden kendisine pay çıkarma yolunda dinsel şecere ilişkisi kuran Alevilik, doğal olarak İslam’ın mezhep kuram ve kuralları içinde kendisine misyon yaratmaktadır. Kültür ve tarih birlikteliğini Şiilik ve Sünnilik kategorisi çözümlemesiyle kabullenen Alevilik, etrafındaki İslam dışı yargıların getirdiği baskılarla hareket etmektedir.

Alevilerde Praksis Sorunu

Alevi bireylerin kente özgü özgürlük alanıyla, Aleviliğin öğretisel hoşgörüsünü birleştirerek oluşturduğu kişisel praksis Aleviliğin dağılmasında görece etkin olmuştur. Bireylerin, zaten kentte işlemeyen kurumları yanında kendilerinden sonraki kuşaklara bireysel özgürlüklerinin de avantajlarını kullanarak, gelenekten uzaklaşma/yabancılaşma duygularını göstermemelerine neden olmuştur. İnançsal ve kültürel sorumluluklarının hesabının sorulmayacağı güveniyle hareket edilmesi sonucu, öğretisel anlamda genel bir yozlaşma ve kimliğe yabancı kuşakların oluşmasına neden olunmuştur.

Aleviliğin bu durumuna herkesin bildiği praksis sorunsalı anlamında Çin örneğini verebiliriz. Feodal dönemde Çin’de her köylü ekilebilir topraklarını çoğaltmak için arazisinde bulunan ağaçları kesmektedir. Bu nedenle kısa bir süre sonra -şimdi daha iyi anladığımız- sel baskınlarının arttığı bir coğrafya konumuna gelir Çin. Kişisel yarar umma ve toplumun ortak değerleri doğrultusunda hareket etmeyen Çinliler kısa zamanlı avantajlar kazanacaklarını düşünürken daha büyük ve dönülmez felaketlerle yüz yüze kalmışlardır. Bu örnek yaklaşım şunu gösterir ki, bireysel praksis her koşulda toplumsal duyarlılık dikkate alınarak gerçekleştirilmelidir. Aksi takdirde insan kültürel birikim ve değerlerde geriler veya yozlaşırsa başkalarının baskınlarına açık hale gelir. Alevilerin kentte yaşarken göremedikleri bu olduğu gibi Neo-Liberal politikalara yakın ve sempatik kalmaları da yaşamlarının kesitsel olarak toparlanması uzun zaman alacak bir çölleşmeye uğramaktadır.

Yeniçağ düşüncelerinin güzel ve başarılı yanı hepimizin gördüğü gibi her bireyin kendi yetenek ve becerileriyle başbaşa kalmasıdır. Artık kolay ve geleneksel zorunlulukla boyun eğmeyecek ve güdülemeyecektir. Buna karşın birey, yaşam biçimini, kültürel ve politik belirlenimini güçlü kişisel bir birikimle tamamlamak zorundadır. Her alanda kamusal bir birliktelik oluşturma gücü ve birlikteliği yaratamayan bireylerin tutunacakları sağlam bir kurumsal kimlik ve ruh da bulmaları zorunludur. Çünkü yaşamlarına ait olan biteni anlamak ve aktarmak zorundadırlar. Anlamak da yetmez, kendini geliştirmek, zorlukları yenmek ve engelleri aşmak zorundadırlar. Bunun için dayanacak ve güvenecek temel bir ilke ve temel bir örgütsel mekanizma gereklidir. Ne yazık ki Aleviler için bu alan kişilerin tek başına başarabilecekleri nesnel ve nicel bir durum taşımamaktadır. Alevi kimlikli bireyler değişimi kültür birikimden uzak hatta eleştiren olarak, bakarak çözmeye çalışmışlardır.

Birey Olma Sorunu ve Laiklik

Bu, Alevilik ve Aleviler için yepyeni bir yaşam biçemiydi. Herkes, toplumsal yaşamda ‘yetki’, ‘ödev’ ve ‘sorumluluk’ yüklenerek, herhangi bir kimse olmaktan çıkıp,’belirli bir kişi’, bir ‘birey’ oldu. Birey olmak, erişkin olmak, yaşamına yön verebilecek güce kavuşmak, başkasının gözetiminden kurtulmaktır. Her birey, toplumsal ilişkilerinde ise gözetim altında olduğu dönemlerdeki gibi ne Dede’nin tebaası, ne de dinsel kurumların edilgin bir üyesidir,  ‘sözde’ kendi yaşamından sorumlu etkin bir ‘yurttaş’ konumuna gelmiştir. Göreli olarak, özgür ve sorumlu bireylerin oluşturduğu bu yeni birliktelik, gerçek toplum olma yolunda önemli bir aşama olarak karşımıza çıkmasına karşın bir ayağı eksik ve çözümsüzlük olmuştur. Yenidünya düzeninin dayattığı küreselleşme dinamiği içinde kültürel yapılanma ihtiyacı artınca aidiyet duyguları konusunda ruhsal ve örgütsel sorunlar Alevi bireylerin ve çok zor koşulda sürmeye çalışan Alevilik kurumlarının kapısını çalmıştır. Alevilerin, laikliğin getirdiği özgürlükten yararlanma çabaları evrensel insan olmak çabasıyken, yaşadıkları inançsal katliamlar sonucunda laikliğin yaşamları için vazgeçilmez bir kavram olduğunu düşünmeye başlamışlardır. Ancak Laiklik kavramının aslında kendilerini özgür ve eşit görmeye ve göstermeye yetmediğini zamanla görmüşlerdir. Laiklik kavramının sığınma amacıyla bir beklenti mi yoksa bilinçli/bilinçsiz Alevilere savundurulmaya çalışılan bir kimliksel denge ürünü mü olduğu tartışmalıdır.

Son zamanlarda Alevilik kökenli dergilerde dosya konuları oluşturularak çeşitli alan ve kavramlar konusunda, Alevilik açısından görüş ve düşüncelerin tartışılması yeni Alevilik yaşam felsefenin nasıl gelişeceğine açık kapıdır. Eksiklerine ve geç kalmışlığına karşın hem akademik anlamda sivil kuruluşlar biçiminde Alevilerin hala devletlerden, sistemden bağımsız yol arama çabası bu yapılanmanın da elzemliğini göstermektedir. Bu durum aynı zamanda felsefi anlamda bir çözümleme, yenilenme beklendiğinin de göstergesidir. Yaşam biçimi olarak kamusal işlevini yerine getirebilen Aleviler kültürel değerlerinin hak talepleri ve yaşama alanı bulması açısından belli bir senkronik (eşzamanlı) bakış açısının arayışındadırlar. Bunun altında yatan başka bir şeyde, Alevilik açısından Alevilik sisteminin, yapısal anlamda kurumlarının boşluğunu yaşamasıdır. Hiçbir sistem, yapı eksikleriyle süremez. Bütün unsurlarının bir arada olması gerekiyor sistemin yaşayabilmesi için. Alevilikteki siyasal, inançsal ve kültürel yaşayamamayı, daralmayı bu açıdan da değerlendirmek gerekir.

İslami Paradigma Yolculuğu

Toplumun içinde bazı kesimlerin oportünist bir tutum içinde olmaları bir kısmının ise hayranlık içinde olmaları Alevilerin yaşam düzeylerinde bir duraksama yaratmaktadır. Özellikle 13.yy’dan 16.yy sonunu kadar süren Aleviliğin ‘altın çağı’ nostaljisiyle birçok fikirde yaşanan gelişmeyi bu güne taşıyamamaları son iki yüzyılda kültürel ve inançsal DNA’nın bozulmasını getirmiştir. Doğuş anından başlayarak seküler bir köktenciliği tercih eden bir öğreti sınıflamasına sahip olan Alevilik, bugün ne yazık ki söylemde öne çıkarmasına rağmen seküler formasyonunu yitirmiştir. Güçlü kalıp ilişkileri içerisinde hareket ettiği düşünülen Aleviliğin sırsal epistemisi sadece psikolojik olarak koruyup savunabilmektedir. Köken duygusundan uzaklaşmış maneviyatını dinsel değiştirme, inançsal soğuma ve kanaat geliştirememe noktasında yeni dönemde sürekli tekrara dönüştürmektedir. En belirgin ve en basit düşünce hareketlerinde bile öğretinin felsefi yansıması yerine İslami argüman ve felsefi bakış açısı kullanılmaktadır. Hacı Bektaş Belediyesi’nin dağıttığı kitap ve geçtiğimiz sayılarda eleştirdiğimiz ve çözümlemeye gittiğimiz çalışmalarda bu anlayışı kolayca görmek mümkündür. En büyük cesaret de bunu Hacı Bektaş Belediyesi’nin Alevilere Alevi öğretisini yeniden kodlayarak ve İslami dairecilerin beklediği gibi ve tatta ‘ücretsiz’ dağıtmasıdır. Bu anlamıyla Alevilik, zamanın iktidar, kader ve görsel ideolojik dayatma avcıları ve işgüzarları elinde kullanılıp durmaktadır.

Alevilik, Batılılaşma ve İslamlaşma arasındaki kavgada ülkenin genel durumu çerçevesinde İslami bir bakış açısını (paradigma) yüklenmeye ve solumaya başlamıştır. Serçeşme’nin sihirsel gücünü kullanmaması veya yitirmiş olması, öğretinin canlı bir organizma gibi Alevilerin belleklerini ve duygularına çözüm üretmemesi kuşkusuz bu durumun en önemli sorundur. Dünyayı algılamadaki modern tutumlarını, toplumu yönlendiren modern aygıtlara kaptırması sığ ve uyumsuz bir Alevilik düzeneğine destek olmaktadır. Devletin oluşturduğu ideolojik paranoya da rakip ideolojilerin güdümü ve ideolojik baskısı altında ezilmektedir. Çağımızın üretim ilişkileri ekseninde, kentleşme düzeneği çerçevesinde geleneğe yaftalanmaya, uydurulmaya çalışılan yeni fikirler bilinç dışı bir batılılaşma güdüsüyle Müslümanlaşmaya biraz daha ayak uydurmaktadır.

Her toplumun tarih kültürü ve politik kültürü yanında öğrenme kültürünü de ayakta tutması ve geliştirmesi gereklidir. Alevilikte öğreti kurumlarının çökmesi/işlememesi özellikle kendi gelenek ve tarih birikim ve tecrübesini gelecek kuşaklara aktarmasına engel olmaktadır. Tarihsel olarak bilinç ve belleğini yenileyen toplumlar aidiyet duygusunu güçlü tutar ve politik hedefler koymada rahat olurlar. Düşünme kapasiteleri daha güçlü hareket eder ve aynı zamanda kimliklerinin sosyal olarak korunmasını sağlarlar. Öte yandan eğitim yaşında olsun olmasın çocuklarını ve ergenlerini besleyemeyen toplumların akıl yollarında doğal olarak oynamalar olacağı gibi aidiyet duyguları güdükleşir. Kültürlerarası karşılaştırmalar yapmaya kalkarsak; Alevilerin kadim kültürlerinin, kendi neolitiklerinin basmakalıp kavramlaştırmalarını kurtaramadıkça, doğal güç ve birikimleriyle geliştirmedikçe Alevilikteki uyanış ve “kendi kaderini tayın” edebilmeleri mümkün değildir.

Zincirlerini yetirme duygusu Alevileri batıya yönlendirmekten daha çok içinde yaşam savaşı verdikleri “İslam dairesi”nin anti-demokratik baskı ve şiddet ve iktidar gücüyle işbirliğine gitmektedir. Yaşam biçimi, düşünce şekliyle, gelenek algılayışı açısından tutarsızlaşan toplumlarda kültürel kod ve işaretlerin gücünü yetireceği aşikardır. Düzen tabusu ve fobisinin eylemsizleştirdiği felsefelerin düşünme biçiminde ve insani hedeflerinde ve toplumsal ‘bir olma’da paranoyak bir hayat tarzını seçmesi çok kolaydır. Anlam ilişkisi doğrudan kurulmasa da kültür ve ideoloji her zaman siyasal bir güç ve güç karsısında parçalanma ve kalıp değiştirme ya da direnme getirmektedir. Alevilerin son dönemlerde kendilerine seçtikleri bu din değiştirme pozisyonları, yabancılaşma duyguları içinde bünyeleri kabul ettikçe İslam’a karşı bir modern tüketici olmaları aynı akılla tartışmalarını getirmektedir. Alevilik çalışan bir araştırmacının veya düşünürün Alevilik anlatırken İslami örnekler seçmesini ve tarih birikimini aynı kulvarda aynı sacayağı ile ölçmesi yoksa nasıl açıklanabilir.

Hoşa gitse de gitmese de Aleviliğin sarfettiği bunca felsefi yolda geleceğini kurmayı amaçladığı insani hak düzeni yeni dünyalar adına İslamı keşfetmesinden başka bir yol değildir. Olaya salt kuramsal bakmaktan vazgeçip sokaktaki Aleviliğin işinde, aşında, eğitiminde, günlük hayat döngüsünde karşılaştığı kitlesel görüntüyü kendisine ve “Müslüman kardeşine” nasıl kekeleyerek anlattığını nasıl açıklayabiliriz. Yaşadığı psikolojik şiddeti gündelik hayatta sürdürmesini, ahlaki kural ve çatışmasını, öteki olmaktan kendisini cismani olarak kurtaramayışını ne ile sorgulayabiliriz. Alevi olmaktan kaynaklanan ve içinde yaşadığı topluma uyum sağlamada yaşadığı ve tasarı olarak aklında ürettiği şahsi hikayesini başka bir akıl ortamında nasıl savunduğuna bakmak lazım. Burada kendisinin ve bağlı olduğu toplumsam kesimin çoğalttığı paranoyak görüntüyü görmek gerek. Bütün bu davranışlar Alevilerin kişisel anlamda kendilerini dönüştürmek için teorik yeniden yapılanmaya bellek edinimine ihtiyaç duyduklarını göstermektedir.

Bir cevap yazın